Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

24 Mart 2014 Pazartesi

Söz, Balyoz Tutsaklarında...






Yapılanlar, devlet kademesindeki laik ve Atatürkçü kadroların tasfiyesidir... 

Bu işin miladı, 2003 yılı tezkeresidir. ABD, çok hızlı bir biçimde BOP projesini devreye soktu... 

* Adil yargılandığımıza inanmıyorum. Hukuken yeniden yargılanacağımıza inanıyorum ama, siyaseten o inancım yok... 

* Benim üç yıllık yattığım süre, eğer cumhuriyetin değerlerine katkı sağlayacaksa, geliştirecekse, varsın feda olsun… 


Söz, Balyoz Tutsaklarında...

CEZAEVİNE en son, Trabzon’da girmiş ve sekiz saat kalmıştım…
12 Eylül darbesi adım adım yaklaşırken, çıkan olaylar nedeniyle tutuklanan Dev-Genç üyeleri, tutuklu kaldıkları Trabzon Cezaevi’nde isyan ve yangın çıkarmışlardı.
İsyan ve yönetimle pazarlıklar devam ederken, hem yaşadıkları cezaevi koşullarını ve hem de yaşanan siyasi olaylarla ilgili basın açıklaması yapmak istemişler, isim isim çağırdıkları üç kişilik gazeteci listesine benim de adımı yazmışlardı.
Polis nezaretinde evden alınıp, jandarma nezaretinde içeri girdiğimde, çok ağır kokularla karşılaşmıştım. Yangından sonra oluşan plastik, bez ve tahta kokusu ile, dışkı ve çiş kokusu birbirine karışmıştı. İnsanın genzini yakan, midesini bulandıran keskin bir koku vardı havada… Duvarlar yosunlu ve ıslaktı... İçimden, "Haklı bu çocuklar isyan çıkarmakla... Hayvan bağlasan durmaz burada" demiştim...
Aradan 35 yıl geçti ve ben, bir kez daha cezaevine girdim.
Bu kez, çıkan bir isyan nedeniyle değil, Balyoz ve Askeri Casusluk Davaları’ndan, kendi ülkelerinde tutsak edilen, isyanı yüreklerinde yaşayan Mustafa Kemal'in askerleriyle görüşmek için…

İzmir Buca Şirinyer 1. Sınıf
Askeri Ceza ve Tutukevi ana girişi... 

Fotoğraf çekmek yasak ama, arabaya
binmeden tek kare çekebildik...
Görüşme sırasında aldığım onlarca notu sizlerle, mesleki, toplumsal ve bireysel sorumluluklarım gereği paylaşacağım ama, söz konusu davaların detaylarını da yazmayacağım... 
Çünkü bu konuda onlarca, yüzlerce yazı yazıldı, herkes bir şeyler söyledi ve bunları sizler de biliyorsunuz... 
Gerçek olan şu ki, ortada çok büyük bir tezgah, oyun var ve bu insanlar adil yargılanmadılar...
Artık insanların sabır, duygu ve inanç sınırlarını zorlayan, vicdanları kanatan olaylar yaşayan Türkiye'nin, bu ayıbı temizlemesi ve bu insanlara haklarını, itibarlarını geri vermesi zamanı gelmiştir... Aynı, bu iktidarın geçmiş dönemlerde YAŞ kararları gereği ordudan Fetullahçı diye atılanlara sahip çıkıp özlük haklarını, tazminatlarını ve itibarlarını geri vermesinin yanında, AKP'li belediyelerde ve KİT'lerde iş verdiği gibi... 
Evet, Ege Ordusu Komutanlığı Askeri Savcılığı’ndan aldığımız izinle, İzmir Buca Şirinyer 1. Sınıf Askeri Ceza ve Tutukevi ana kapısından içeriye, bana bu konuda yardımcı olan Deniz Kuvvetleri’nden emekli Albay Hakan Şahin ve Albay Süreyya Birol ile birlikte kimliklerimizi bırakarak girdik.
Binada, yaklaşık 10 tane görüş bölümü ve her bölümde de aynı tip bir adet sandalye bulunuyor.
Her bölüm 80-90 cm. genişliğinde.
Görüşme yaptığınız kişiyle aranızda, 50 cm. mesafe var. Arada ise, paralel ama aynı hizada yerleştirilmeyen karşılıklı ince, yuvarlak demir çubuklar...
Yani görüştüğünüz kişinin gözlerini görüyorsanız, ağzını tam olarak göremiyorsunuz. Ya da tam tersi...
Başınızı sürekli aşağı indirip yukarı çıkarmak zorundasınız ve oldukça da yorucu bir durum… Gözleriniz bir süre sonra sızlıyor ve yoruluyor…
Görüş bölümüne ilk olarak, arkadaşlarının, "Başarılarla dolu bir geçmişi vardı. Geleceğin Deniz Kuvvetleri Komutanı olacaktı ama engellediler" dediği 47 yaşındaki, Balyoz Davası’ndan 18 yıla tutsak edilen Deniz Kurmay Kıdemli Albay Alpay Çakarcan geliyor. Kendisi üç yıldır içeride. İki ay önce Hasdal’dan buraya gelmiş. Tutuklandığında, Gölcük’te görevliymiş. Beş yaşında bir oğlu var. Adı Can… Eşi ise öğretmen. Kendisine, Balyoz Davası’ndan tutsak edilen Deniz Kurmay Albay Mehmet Cenk Dalkanat’ın babası, emekli Deniz Kurmay Albay Yılmaz Dalkanat’ın selamını söylüyoruz. Gözleri doluyor hocasının selamını duyunca…

Devlet bitti…

Balyoz, Ergenekon gibi davalarla siyasi hesaplaşmaların yaşandığını, bu hesaplaşmaların her dönemde olduğunu ancak bu dönemin bedelinin, insanlar ve Türkiye açısından çok ağır olduğunu söyleyen Alpay Çakarcan şöyle diyor:
- Bu durum yeni bir durum değildir. Ortada bir oyun oynanıyor. Oyun, üniforma giyenler üzerinde oynanıyor ve oynandı... Ben de ne yazık ki bundan nasibimi aldım. 
Bu işin miladı, 2003 yılı tezkeresidir. ABD, çok hızlı bir biçimde BOP projesini devreye soktu. Bizler bu işte sadece aktörüz. Ben 14 yaşından beri askeriyedeyim ve çalıştım. Askeriyeye çok emek verdim. Bunun bu şekildeki karşılığını hazmedemiyorum. İçime sindiremiyorum... 
İnanın Vecdi bey, aidiyet duygularım bitti… 
Deniz Kurmay Kıdemli Albay Alpay Çakarcan
Ben kimseye en ufak bir zarar vermedim. 
Hiçbir şey için pişman da değilim. Ben kimsenin adamı olmadım. İnanın, içtiğim çayın parasını bile hep verdim. Böyle öğrendik çünkü… Bana göre, devlet bitti... 
Bu yaşadıklarımız, yaşadıklarım Allahtan değil, kuldandır... 
Bir iftira sonucu buralardayız. Biz darbe falan yapmadık. Böyle bir düşüncemiz de hiç olmadı. Gerçek olan bir şey var, artık mızrak çuvala sığmıyor…
ABD’de Deniz Ataşeliği de yaptığını da söyleyen Çakarcan’ın son sözleri oldukça anlamlı ve manidar:
- Ben ülkemi seviyorum. Asla ve asla ihanet etmedim. Kızgın değilim… Ama kırgınım… İnsan yetiştirmek kolay değil, kaybetmek çok kolay. İnanın, meslekle ilgili anılarıma artık yabancılaşmak aşamasındayım… Aidiyet duygularım kalmadı. Yeniden yargılanmak üzere ben de başvurumu yaptım ve bu konuda da umudum var. Yeniden yargılanırsak, inanın tüm gerçekler tek tek ortaya çıkacak…
Çakarcan’a geçmiş oldun dileklerimizi iletip, yazmaya başladığı kitabı konusunda yardımcı olacağımıza söz verdikten sonra, yine aynı davadan 16 yıla tutsak edilen, on ay Hasdal’da ve sekiz aydır da Buca’da kalan Deniz Kıdemli Albay Aşkın Üredi ile başlıyoruz konuşmaya...
Üredi'nin, 15 yaşında bir kızı var ve eşi de öğretmen. Tutuklandığında Güneydeniz Saha Komutanlığı Satınalma Komisyonu Başkanlığı’nda görevli olan Aşkın Üredi’yi dinliyoruz:

Çetin Doğan’ı hiç tanımam…

- Burada bir senaryo yazdılar. Bana bu senaryoda görev verilmediği halde beni de dahil ettiler. Güya ben liste hazırlamışım. Öyle ki, Amiralleri tutuklamak için bile iş yapmışım… Her şey hazırlanmış, planlanmış ve ben kendi kendime gelin güvey olmuşum… Bu nasıl bir suçlamadır?  
Bizler 10. Ağır Ceza’da yargılandık. Tüm sanıkların, tüm avukatların ısrarlı taleplerine rağmen mahkeme, 5 no’lu harddiski incelettirmedi. İncelendiğinde inanın, hepsinin sahte olduğu tek tek ortaya çıkacak. Çünkü biz kendimizden eminiz. Başbakanlık başta olmak üzere, Genelkurmay’dan ve tüm resmi kurumlardan, söz konusu harddiskin incelenmesini talep ediyoruz…
Anayasa Mahkemesi’ne yeniden yargılanma konusunda diğer arkadaşları gibi başvuru yaptığını söyleyen Üredi, kendilerinden sonra başvuru yaptığı halde İlker Başbuğ’un ve bazı vekillerin serbest kaldığına dikkat çekiyor ve şöyle diyor:
Deniz Kıdemli Albay Aşkın Üredi
- Herkes serbest kalsın. Kimse içeride kalmasın. Demek ki, insanlar bırakılmak istendikten sonra bırakılıyormuş... 
Hala neyi bekliyorlar ki? Biz hala neden buradayız bilmiyoruz. Evim aranmadı... Telefonum dinlenmedi... Parmak izim yok… Benimle ilgili ne yalancı ne de gerçek tanık yok… Benim adım sadece bilgisayar ekranında çıktı. Hepsi bu… Hiçbir şekilde adil yargılandığımıza inanmıyorum. Hukuken yeniden yargılanacağımıza inanıyorum ama, siyaseten o inancım yok… Ben vatan haini değilim. Darbe marbe de yapmadım. “Keşke yapmasaydım” dediğim hiçbir şey yok. Yazılanlarla hiç ilgimiz yok. İnanın, iddiaları okudukça, dinledikçe birbirimize, “biz ne yapmışız, neymişiz de haberimiz yokmuş be abi” dedik… Bizi, Çetin Doğan ile işbirliği içinde gösterdiler. Ben Çetin Doğan’ı hiç tanımam. Bir araya gelmedik. Görüşmedik. Siz ne kadar tanıyorsanız ben de o kadar tanıyorum. Diyeceğim şudur ki, herkes hukuka inanmalı ama, hukuku da aramalı… Gerçek dost ve dostlar kimmiş, burada daha iyi anladık, öğrendik…
Evet, “hayat insanlara her zaman bir çok şeyi öğretiyor ama, insanlar illa ki cezaevinde mi olmalı?” diye kendi kendimize sorduktan sonra, görüşme odasına heyecanla gelen 50 yaşındaki Deniz Kurmay Albay Koray Eryaşa ile görüşmemize devam ediyoruz.
Kendisi, İzmir Foça’da 3. Hücumbot Komodoru’yken tutuklanıyor ve 30 aydır içeride.
Eryaşa, önce Maltepe’de, sonra Hadımköy’de yattıktan sonra 2013 yılı Ekim ayı itibariyle Buca’da yatıyor. Görüştüğümüz hükümlülerden farklı olarak o, hem Balyoz, hem Askeri Casusluk Davası’ndan yargılanmış. Ayrıca, Genelkurmay’a hakaretten de davası devam ediyor. Balyoz’dan 16, casusluktan 5.5 yıla mahkum. Koray Eryaşa’nın da, 22 ve 17 yaşlarında kızları var.
Kızlarından bahsederken gözleri yaşarıyor. 

(*) Benan'ın ödül alan resmi.
Resim ile ilgili detaylı bilgileri
yazının sonunda okuyabilirsiniz...
Küçük kızı Benan, Piri Reis konulu Türkiye Liselerarası Resim Yarışması’nda Türkiye ikincisi olmuş. Ondan bahsederken göğsü kabarıyor. Bir ara, hapishane duvarına astığı Benan’ın resmini getirip, demir parmaklıklar arkasından gösteriyor. Resmi almak için elimizi, parmaklarımızı zorluyoruz. Ulaştığım resme yakından bakıyorum ve tekrar aynı zorlukla kendisine ulaştırıyorum.
- Nasılsınız, neler yapıyorsunuz içeride?” diye soruyorum ilk soru olarak:
- İyiyiz. Umutluyuz. Bir iftira ile karşı karşıyayız. Aşacağız. Günlerimiz kitap okumakla, TV izlemekle, yazı yazmakla geçiyor. Günlük olayları takip ediyoruz… diyor ve devam ediyor:

Türkiye kaybetti…

- Bizi darbe yapmakla suçluyorlar. Ben darbe yapmadım. Darbe suçlaması yapıldığında ben zaten gemideydim ve topu topu kullanacağım beş tane G3 Piyade tüfeği vardı. Bunlarla mı darbe yapacağım ben? 
Evimde arama yaptılar. Yaklaşık 17 bin tane belge çıktığını iddia ettiler. İnanın bunların hepsi de, eğitim amaçlı kitap ve dokümanlardır... 
Bu olaylar Türkiye’de üç kanadı vurdu ve ağır hasar verdi. Emniyet, yargı ve Silahlı Kuvvetler… Ben 14 yaşından beri orduya hizmet ediyorum. Hayatımızı, vatan için feda etmek üzere yemin etmiş biri olarak ifade ediyorum ki, yattığım bu üç yılın hiçbir önemi yok... 
Gerçek olan şu ki, Türkiye kaybetti… Çocuklar kaybetti… Aileler kaybetti… Anneler, babalar kaybetti… 
Deniz Kurmay Albay Koray Eryaşa
Benim üç yıllık yattığım süre, eğer cumhuriyetin değerlerine katkı sağlayacaksa, geliştirecekse, varsın feda olsun… 
Diyorum ki, gelin çocuklarımıza sağlam, güvenilir ve yaşanabilir bir ülke bırakalım… 
Askersiniz, kanunlara riayet etmek durumundasınız. Ben de hep kanunlara riayet ettim. Kanunsuz bir tek işim yoktur, olamaz. Hukukun üstünlüğüne inanırım. Anayasa Mahkemesi’ne yaptığımız başvurunun olumlu sonuçlanacağını umuyorum. 
Dünyanın hiçbir ülkesinde sahte delillerle, yalancı şahitlerle insanlar yargılanmaz, tutuklanmaz. Bu süreci de atlatacağımıza inanıyorum…
İki kızının eğitimleri için çaba harcadığına, onlar için her şeyi yapacağına dikkat çeken Koray Eryaşa, sözlerini şöyle tamamlıyor, gözleri nemlenerek:
- Her şeyim onlar için. Büyük kızımın yurtdışı eğitimi için çok çaba sarfettim ama burs bulamadım. Halen okuyor. İnanın, evim yok, arabam yok. Eşimle de karar verdik, tüm paramızı sadece ve sadece onların eğitimine harcayacağız. 
Kızlarıma şunu öğütlüyorum sürekli olarak: Sürekli çalışın, çalışın. Bilgi sahibi olur. Her zaman her işin en iyisini yapmaya çalışın. Eğer yapamıyorsanız, ağlamak yerine kendinize bakacaksınız. Hatayı kendinizde arayacaksınız... 
Tercih edilen insan olmaya özen göstereceksiniz. Babaları olarak ben her zaman onların arkasındayım ve olmaya da devam edeceğim…
Albay Eryaşa, sen çok yaşa...
Yaşa ki, kızların senden güç alsın

Hepsi Fetullahçıların işi mi?

Cezaevi’ndeki süremiz yavaş yavaş doluyor.
Bir askerin, karton bardakta getirdiği çayı yavaş yavaş yudumlarken ve gizli gizli sigara içerken, son konuğum geçiyor karşıma…
Kendisi, en genç tutuklu...
33 yaşında ve bekar. Askeri Casusluk Davası’ndan içeride. Davası daha sonuçlanmadı. Yeni iddianameler peş peşe geliyor. 7 Nisan’da da duruşması var. 
Adı, Onur Süer…
Deniz Kıdemli Üsteğmen.
Kendisi, 2010 yılında, Atatürk’ün gemisi Savarona’da fuhuş yapıldığı ihbarı üzerine gemiye baskın düzenleyen botun komutanıydı.
Tutuklandığında, Marmaris Sahil Güvenlik Komutanlığı’nda bot komutanı olarak görevdeymiş... Hakkında müebbet isteniyor. Suçu da, örgüt yöneticisi olmak…
Onur’un, bu davalarla ilgili olarak oldukça ilginç tespitleri var ve bu tespitler, her ne kadar AKP’yi savunmasa da, iktidarın "orduya kumpas kuruldu" iddialarını, onun açısından haklı çıkartıyor...
Onur'u dinliyoruz:

Deniz Kıdemli Üsteğmen Onur Süer, 
görev yaptığı Marmaris’te, 
dönemin Marmaris Kaymakamı 
A.Serdar POLAT’tan takdirname alırken…
- Şunun çok iyi bilinmesi gerekir. Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, Poyrazköy, Kafes gibi tüm davaların tamamı, iddianamede yazılanların hepsi, Fatullahçıların işidir. Fişlemeler, telefon dinlemeleri, sahte belgeler, şahitler… 
Hepsi, hepsi bunların işidir. Profesyonel bir çalışma yapılmıştır. 
Gölcük'te ve  başka yerlerde elleriyle koymuş gibi bulunan CD'ler, diğer belgeler, bunun sadece iç istihbarat tarafından yapılmadığını gösteriyor...
Dayanamayıp sözünü kesiyorum: 
- Ama Onur, her şeyi birlikte yaptılar… Burada iktidar kesinlikle masum değildir. Bu olaylardan kendisini sıyıramaz... Fetullahçılar kim peki? Bu iktidar da Fetullahçı değil miydi? Onların desteği ile iktidar olmadı mı? Onlar hep, bu davaların savcısı konumundaydılar. Zaten başbakan da öyle dememiş miydi? Aydınların, yazarların, gazetecilerin, hocaların, sizlerin ve hatta İlker Başbuğ’un tutuklanmasını, bazılarının da serbest bırakılmasını bile bu iktidar istemedi mi? Hakimler, savcılar, bu iktidarın istediklerini yerine getirmedi mi? Onlar istediği için tüm bu olaylar yaşanmadı mı? Şimdi iktidarın kalkıp, "biz yapmadık, paralel devlet yaptı"  ve "orduya kumpas kurdular" demesiyle, bu işten kendisini sıyıramaz, kurtulamaz... Burada siyasi ve ekonomik rant ile, Türkiye Cumhuriyeti devletinin yıkılması, cumhuriyetin, laikliğin ortadan kaldırılması ve de geçmişten öç alma gibi bir hedef ve amaç var, diyorum ve kendisini dinlemeye devam ediyorum:
- Tamam da, tüm bu yaşananları incelediğinizde, Fetullahçıların olduğu ortaya çıkacaktır. 
Gay Asker olayı da bunların tezgahıdır. Yüksek Askeri Şura’nın geçmiş dönem kayıtlarını incelerseniz, ordudan atılan bir tane Fetullahçı göremezsiniz.
Onlara, örgüt suçlaması yapılması için, bu davalara baksınlar yeter. Başka delil aramalarına gerek yok. Bu davalar yeter… 
Ben de bu iktidarın uygulamalarını tasvip etmiyorum ama gerçek budur. 
Bunlar, Fetullahçıların bir yapılanması ve örgütlenmesidir. Fetullah bunu, CIA istediği için yaptı ve yapıyor. Artık bu işten, isteseler de dönemezler...
Yapılanları, devlet kademesindeki laik ve Atatürkçü kadroların tasfiyesi olarak görüyorum. Türkiye’ye barış ve huzur gelmelidir. Eğer gerçekten barış ve huzur gelecekse, ancak Türkiye’nin kendi iç dinamikleriyle gelecektir. ABD’den ve CIA’dan yürütülenlerle, Türkiye’ye asla ve asla barış ve huzur gelmeyecektir...
Beni örgüt yöneticisi olarak suçluyorlar. Bakın, ben bir üsteğmenim. İddianameye göre, benim gibi bir üsteğmenin altında, 25 Albay, 2 Yüzbaşı, 1 Binbaşı ve 2 Yarbay görünüyor. Böyle saçmalık olabilir mi? Böyle bir hiyerarşi Silahlı Kuvvetlerde olabilir mi? Ama dediğim gibi, bu davaları bir numaralı hazırlayıcıları, biat kültürü ile yaşadıklarından, bu detayı atlayarak iddianameyi hazırlamışlar… Çünkü onlarda rütbe değil, biat kültürü vardır. Rütbe önemli değildir… 
Davalarım devam ediyor. Ben suçsuzum ve bununda en kısa sürede ortaya çıkacağına inanıyorum…
İşte, görüşmeler sırasında tuttuğumuz notlar...
Hiçbiri sahte ve sonradan üretilen
notlar değil... 20 Mart 2014 Perşembe
Kendisine de geçmiş olsun dedikten ve notlarımızı, çantamızı topladıktan sonra hepsiyle, cezaevi binası giriş kapısında buluşuyoruz…
Kendilerine önceden adlarına yazdığım Reis Bey adlı kitabımı armağan ediyor ve vedalaşıyoruz...
Evet.
İki saat aralıksız süren görüşme, kimliklerimizi alıp dışarı çıkmamızla sonlanıyor.
Şunu bilmenizi isterim: Anlatılanların bir çoğunu burada yazmadım, yazamam... 
Davalarla ilgili olarak benimle paylaştıkları çok daha özel bilgiler var ama, benim de meslek ilkelerim gereği, kendilerine yazmama sözüm var...
Yani, off the record...
Onları yine kendi dünyalarınadört duvar arasına ve yüreğimizin umut ve özgürlük dolu bölümünü de bırakıp, acı ve hüzünlü bölümünü yanımıza alıp ayrılırken, şöyle dedim kendi kendime:
Yeter artık... 
Daha kaç perde bu oyunu yazacaksınız?
Bıkmadınız mı? 
Utanmadınız mı?
Bitirin bu oyunu...
Bitirin ki, perde artık özgürlük için, aydınlık bir Türkiye için yeniden açılsın...
Çocukları da babasız kalmasın…


(*) Benan'ın resminin öyküsü:
Benan’ın babası, resim hakkında bana bilgi vermişti ama, ben bunu kendisinden duymak istedim ve telefonla arayıp yazmasını rica ettim. İşte Benan’ın kaleminden bu resmin öyküsü:

“Esas konumuz, bu resmi çizerken ne düşündüğümdü. Bildiğiniz gibi babam bir denizci ve bana küçükken birgün nereden aklına geldiyse denizcileri anlatmaya başladı. Böylece konu Piri Reise’ de geldi. Nedense Osmanlı tarihi hep ilgimi çekmiştir. Herhalde babadan kıza geçen bir şey...  Bir gün lisede (Alp Oğuz Anadolu Lisesi Aliağa) 10. sınıftayken Piri Reis’i işlemeye başladık az çok. Aynı gün içerisinde bir resim yarışması geldi ve oda Piri Reis’ti. Ben yarışmaya katıldım ama hiç resim falan yapmadım son güne kadar. Okulda oturdum derslerimi bıraktım ve tek basıma sınıfta öğle arası bir saat içinde ne hissettiysem o büyük resim kağıdına yansıttım. İnanır mısınız ben daha önce hiç renkli bir resim yapmamıştım o güne kadar. O kadar güzel bir his ki, size anlatamam. Hayatınız siyah beyazdan, bir anda duygular dolu bir resme geçiş yapıyor renk kullanınca. Ben o resmi çizerken düşündüğüm tek şey “acaba Piri Reis olsaydı o ne düşünürdü bu olan olaylara karsın, acaba ne yapardı”… O resmi çizdiğimde o çıpa Piri Reis’in gözyaşı oldu. Çünkü Piri Reis’in üzüleceğinden emindim bu olanları görse... Bunun dışında sadece tek bir göz çizmemin sebebiyse “Piri Reis’in gözünden olaylara bakmak” anlamına geliyordu. Evet bunların hepsini bir saat içinde yaptım ve bir saat içinde o aklıma gelen tek düşünceler bunlardı...” 

NOT 1:
Bu davalarla ilgili olarak, bana gerek telefonla ulaşan ve gerekse bilgi belge göndererek katkı koyan tüm asker ailelerine, yakınlarına teşekkür ediyorum... Biliniz ki, ben sadece mesleğimi yapıyorum...

NOT 2:







* 35'LİĞİ takip eden, başta Türkiye olmak üzere; Afganistan, Amerika, Almanya, Avusturya, Avustralya, Arnavutluk, Azerbaycan, Arjantin, Belçika, Belarus, Birleşik Arap Emirlikleri, Bulgaristan, Bosna Hersek, Brezilya, Cezayir, Çek Cumhuriyeti, Çin, Danimarka, Ekvador, Endonezya, Fas, Fransa, Finlandiya, Güney Afrika, Güney Kore, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Haiti, Hırvatistan, Hindistan, Hollanda, Irak, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsviçre, İsrail, İsveç, İtalya, Japonya, Kanada, Katar, Kazakistan, Kenya, Kosta Rika, Kuveyt, Makedonya, Malta, Malezya, Mısır, Libya, Litvanya, Lübnan, Nijerya, Norveç, Özbekistan, Pakistan, Panama, Portekiz, Polonya, Rusya, Senegal, Sırbistan, Singapur, Suudi Arabistan, Tayvan, Tayland, Ukrayna, Venezuela, Vietnam ve Yunanistan'da yaşayan ve de yazılarıyla katkı koyan, önerilerini paylaşan tüm dostlarımıza teşekkür ederiz…

Not : Bu veriler, Blogspot'un kontrol panelinden aktarılmıştır...



Yorum, istek ve önerilerinizi yazabilir, 
paylaşabilirsiniz...
Eğer yorumunuzu yazdığınız halde
gönderemiyorsanız veya teknik arıza çıkıyorsa,
lütfen, altay@vecdialtay.net mail adresine
mail gönderiniz...




altay@vecdialtay.net








BU SİTE, BASIN ETİK YASASINA, ÇOCUK, KADIN, İNSAN VE 
HAYVAN HAKLARINA UYMAYI TAAHHÜT EDER...

BU SİTEDE YAYINLANAN YAZILARI KAYNAK GÖSTERMEK KOŞULUYLA
PAYLAŞABİLİR, ALINTI YAPABİLİR VE KULLANABİLİRSİNİZ...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder