Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

20 Nisan 2014 Pazar

Seçimin Galibi Kim?






35LİK'te, okurlar kadar meslektaşlarımın 35LİK için yazdığı özel yazılara da yer veriyorum.
İşte değerli meslektaşım Tevfik Kızgınkaya'nın, 30 Mart seçimlerini değerlendiren yazısı...
Dikkatle okumanızı öneriyorum.


Bu seçimin galibi kim?

Tevfik KIZGINKAYA
Barış İsteyen Gazeteciler Platformu 
Kurucu Üyesi


Hemen AKP diyeceksiniz.
Ama yanıt vermeden önce, Şeref Bakşık’ın “siyasette aklına ilk geleni söylemeyeceksin, bir dakika düşünmelisin” öğüdünü tutup, düşünelim.
30 Mart’ta bir seçim daha yaşadık.
Sandıklar açıldıktan altı saat kırk dakika sonra RTE balkondan zaferini ilan etti.
Çünkü tüm seçim propagandasını partisinin de önüne geçerek kendi üstünden yürütmüştü.
Balkondaki fotoğrafta ön planda Erdoğan ailesi vardı. Oğlu Bilal de tüm suçlamalara meydan okurcasına yanı başındaydı.
Bu görüntünün Türkçesi AKP=RTE’dir. 
Sonuçlar gelmeye başlar başlamaz da tartışmaya başladık.
Sonucu kabullenememenin tepkileri yükseldi. Seçim kurullarının önünde nöbetler tutuldu.
Özellikle parti üyesi olmayan gençler Ankara’da sabahlara kadar tutanakların kontrolünde gönüllü olarak görev aldılar.
Sayım hataları, yazım yanlışları, çalınan oylar var diye itirazlar ve başvurular yapılırken,
Sonucu kesinleşen yerlerde mazbatalar alınmaya, devir teslim törenleri yapılmaya başlandı.
Bu arada Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmaları başladı bile… 
Kazanan mutlu, kaybedenlerle dalga geçiyor.
Kaybedenlerse her seferinde olduğu gibi, sonucu yaratan nedenleri aramak yerine, haklı gerekçeler yaratmaya, kendileri dışında bir suçlu bulmaya çalışıyorlar.
Bu sefer de öyle oldu. Suçlu bulundu; Halk.
Gerekçe; Bu kadar yolsuzluk ve hırsızlık varken, din ile dalga geçilirken nasıl olurda bu halkın %45’i AKP’ye oy verir!
Karar; Bu milletten adam olmaz.
Bu kadar ucuzcu olmadan ve tüm suçu millete yüklemeden, bu sonucu yaratan nedenlere ulaşmaya çalışalım.
Bu millete ne oldu ki, değer yargılarını hiçe saydı ve yaşananları yok saydı, sorusuna yanıt arayalım. 
80 Öncesi.
80’li yıllara kadar dünyada iki kutup vardı: SSCB - ABD. (Doğu ve Batı Bloğu)
Dünya siyaseti bu kutuplara göre emek – sermaye temelinde (sol – sağ) şekillenmişti.
Ülkemizin toplumsal yapısı da dünyadaki bu siyasi akımlara göre yapılanmıştı.
Kimliklerimiz; işçi, köylü, çiftçi, öğrenci, memur, esnaf, işveren, emekli gibi sınıf temelinde idi. Sendikalar ve üniversite gençliği toplumsal muhalefettin öncüsü konumundaydı.
Bu ayrışmada Sol’u, komünist, dinsiz, imansız, vatan haini diye yaftalayarak toplum dışına itmek isteyen sağ siyasi partiler, antikomünist cepheyi oluşturdular; Milliyetçi Cephe (MC).
CHP ise toplumsal muhalefetin de etkisiyle ortanın soluna kaydı. “Emek en yüce değerdir, Toprak işleyenin su kullananın, Ne ezen ne ezilen insanca hakça bir düzen” sloganları ile 1977 seçimlerine giren CHP, %42 ile en yüksek oy oranına ulaştı.
Ancak, dünyanın iki kutbu arasındaki savaşın yansımasıyla kimlikler kendi içinde Solcu – Sağcı diye ayrışmıştı ve çatışmalar yaşanıyordu.
Dünyada yaşanan petrol krizlerinin ekonomide krize neden olduğunu da unutmayalım. 
80 - Yenidünya düzeni
Her ekonomik kriz kapitalizm için bir fırsattır. Öyle de oldu.
1980’li yılların başında globalleşme ve küreselleşme söylemleri ile tanıştık. İletişim teknolojisi dünyayı küreselleştirmişti. Dünya yeni bir döneme girmişti.
İnsan hak ve özgürlükleri için dünyaya yeni bir düzen vermek gerekiyordu.
İşe soldan başlandı.
Sovyetler Birliği ve doğu bloğu dağıldı. İki kutuplu dünya tek kutuplu (ABD) oldu.  Yenidünya düzeninde siyaset de yeniden şekillendi. Siyasetin sol tarafı dağıldı, sağ tarafı ayakta kaldı. Yenidünya düzeninin patronları AB-D yeni kuralları açıkladı.
·        Toplumsal yapılanmada insan hakları, özgürlükler ve demokrasi adına insanlar, inançlarını ve etnik kimliklerini özgürce yaşabilmeli, örgütlenebilmeli,
·        Ulus devlet ve ulus toplum yok olmalı,
·        Sosyal devlet yıkılmalı,
·        Devlet, ekonomiden ve üretimden çekmeli,
·        Serbest piyasa ekonomisi kuralları geçerli olmalı…
80 Sonrası Türkiye.
Ekonomik krizden çıkmak için 24 Ocak (1980) kararları alındı.
Toplumsal çatışmayı durdurmak için de 12 Eylül 1980’de askeri darbe yapıldı.
Siyasi partiler, sendikalar ve dernekler kapatıldı. Demokrasinin temel kurumları yok edildi.
Sağlanan sessizlik ortamında 24 Ocak kararları uygulamaya konuldu.
Bu kararların yenidünya düzeninin istekleri ile örtüştüğü görüldü
Demokrasiye dönmek için yeni siyasi partiler kuruldu. İlk seçimde 24 Ocak kararlarının mimarı Turgut Özal’ın kurduğu ANAP iktidara geldi.
ANAP’ın felsefesi, dört eğilimi birleştirmekti. Siyasi yelpazenin solundan sağına her tarafını kapsıyordu. İdeolojik farklılıklara gerek yoktu. Yeni dönemin ideolojisi, İdeolojisizlik oldu.
Yenidünya düzeni, siyasetin ekonomik yolunu göstermişti; Liberalizm.
Sosyal alanda söylem, toplumsal barış, insan hak ve özgürlükleri, dünyaya açılıyoruz…
Özelleştirmelerle Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) satılmaya başlandı. Çalışanlar ya sendikasız ya da işsiz kaldı. Eğitim ve sağlık da piyasaya açıldı. “Paralandı.”
Doğu’da ve Güneydoğu’da sınır ticaret yasaklandı, geçim kaynağı yok edildi. Batıya göç hızlandı.
15 Ağustos 1984’de Eruh’da ayrılıkçı terörle tanıştık.
Teröre çözüm diye “eyalet” sistemini ilk olarak Başbakan Turgut Özal’dan duyduk.
Kürt kimliğine dayalı siyaset, siyasi yelpazede yerini aldı.
ANAP, kurucusu Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı olması ile düşüşe geçti.
Özal’dan sonra siyasetin dışında kaldı.
ANAP = TÖ idi. 
ANAP’tan sonra tek başına iktidara gelen parti AKP oldu.
Siyasi yuvaları olan Refah Partisini ve lideri olan Hocalarını dışladılar, “değiştik” mesajları ile AKP’yi kurdular.
ANAP’a benzer bir biçimde siyasetin tüm kesimlerinden oluşan bir siyasi yapı ile ortaya çıktılar. Farkları, siyasetlerini inanç temelinde yapıyorlar.
Söylemlerinin temelinde insan hakları, özgürlükler ve demokrasi vardı.
Hedef olarak AB’ye tam üyeliği gösterdiler. Ve iktidara geldiler.
AKP, Yenidünya düzeninin kurallarını – 24 Ocak kararlarını eksiksizce yerine getirdi. AB-D’nin istekleri ve beklentileri doğrultusunda politikalarını yürüttü.
Kalan fabrikaları, limanları, telefonu, santralleri kamuya ait ne bulduysa özelleştirdi.
İşçilere birden fazla sendikaya üye olma hakkı tanındı, sendikasız işçi sayısı çoğaldı. Sendikalar işçisiz kaldı.
İnancı ve etnik kimliği esas alan yenidünya düzenine uygun sendikalar kuruldu, iktidara bağlılıkları ile desteklendiler, geliştirildiler.
İleri demokrasiye geçtik.
Demokrasi ve özgürlükler adına verilen tüm haklar inanca yönelik oldu.
AKP iktidarı, yelpazenin sağında tek kalmak için tüm parti girişimlerini yok etti. (Genç parti, Demokrat Parti)
Muhalefet adına ne varsa baskıladı, karaladı, itibarsızlaştırdı.
Muhalefeti, ulusalcı olarak tanımladı.
Ulusalcılığı da, darbeci, demokrasi düşmanı, ırkçı, inançsız, vatan haini, ergenekoncu vb olarak tanımladı ve halkın gözünde değersizleştirmeye çalıştı.
Tıpkı, 70’lerde solun ve solcuların karalandığı gibi.
Yenidünya düzeni ne demişti?
Ulus toplum, ulus devlet yok edilmeli. İnsanlar inançları ve etnik yapıları temelinde örgütlenmeli… 
Yenidünya düzeninde ekonomik ve sosyal sınıf bilincine ve sınıf temelinde yapılanmaya yer yoktur.
Toplumu, inanç ve etnik kimlikler temelinde yapılandırmak gerekir.
Kimliğini, inanç ve etnik kimliği ile tanımlayan insanların oluşturduğu toplum bir arada yaşayamaz, ayrışır, çatışır ve parçalanır. (Bak. Irak, Suriye…)
Kimliklerine seslenen siyasete biat eder, militanı olur. Sadece kendisine söylenene inanır.
AKP bu sürecin bir sonucudur. Yenidünya düzeninin ülkemizdeki temsilcisidir.
Yenidünya düzeninde siyaset, tek kutupludur. Siyasette sola yer yoktur.
Tüm siyaset sağda yapılanmalıdır.
Kapitalizmin kurduğu bu yenidünya düzenine kimse itiraz etmemeli ki, özgürce dünyayı sömürebilsin.
Tüm bu gerçekler karşısında soruyu bir kez daha soralım.
Bu seçimin galibi kim? 
Çözüm var mı?
Yanıtı yaşadıklarımızdan arayalım.
Geçen 30 yılda yenidünya düzeninin patronlarını ve ülkemizdeki aktörlerini korkutan dört eylem yaşandı.
1.      Zonguldak Maden işçilerinin yürüyüşü (30 Kasım 1990 - 6 Şubat 1991) Yenidünya düzeni döneminde işçi sınıfının tüm dünyaya örnek olan bu direnişi karşısında ANAP iktidarı ve Turgut Özal işçilerin isteklerini kabul etmiştir.
2.      Cumhuriyet Mitingleri (14 Nisan 2007 – 13 Mayıs 2007) Toplumun tüm kesimlerinin, özellikle gençlerine ve kadınların katıldığı bu mitingler, AKP iktidarının tehlikeli bulduğu toplumsal muhalefet hareketidir. Cumhuriyet mitingleri ile yükselen ulusal direnci kırmak ve yok etmek için “darbeciler” yaftalaması yaptı. Toplumsal muhalefeti, kitle örgütleri ve sendikal hareketi ayrıştırdı.
3.      Tekel işçileri eylemi (15 Aralık 2009 – 2 Mart 2010) Özelleştirme ile kaybettikleri haklarını arayan Tekel işçilerinin bu eylemi tüm toplum tarafından benimsenmiş ve iktidarı tedirgin etmiştir.
4.      Gezi Parkı – Haziran direnişi (27 Mayıs 2013…) Taksim Gezi parkına sahip çıkma temelinde başlayan bu eylemin temel aktörleri gençlerdi. AKP iktidarının bu eyleme müdahalesindeki sertlik korkusunun boyutlarını göstermektedir.
Sözün özü:
Kapitalizmin korkulu rüyası, sınıf bilincidir.
İki kutuplu dünyayı yıkarken esas yok edilmeye çalışılan bu sınıf bilincidir.
Çünkü sınıf bilinci ile ekonomik ve sosyal kimliklerine (işçi, köylü, çiftçi, öğrenci, memur, esnaf, işveren, emekli vb) sahip çıkan ve bu temelde yapılanan (Sendika, meslek odası, dernek vb demokratik kitle örgütleri) toplumlarda insan hak ve özgürlüklerinin temelinde halkın daha iyi yaşamak isteği vardır.
Bu istekler, kapitalizmin daha çok kazanmak ve daha çok sömürmek hedefinin karşısındaki maliyet unsurlarıdır.
Bu emek sömürüsüne ve dünyadaki kaynakları sadece kendi zenginlikleri için kullanmaya dayalı kapitalizmin bu oyununu bozacak olan temel güç ise, emekçi kesimdir.
İnançları ve milliyetçilik duyguları istismar edilerek uyutulan ve hakları ellerinden alınan işçi, çiftçi, memur, esnaf, emekli yani emeği ile geçinenlerdir.
Evine ekmek götürebilmek için hiçbir sosyal güvencesi olmadan gündelikçi çalışan, bulduğu işi yapan insanlarımızdır.
Siyasetin sol tarafında bulunan, bulunması gereken partilerin topluma ve insanımıza bu gözle bakmaları gerekmektedir.
Kapitalizmin kurguladığı bu oyunun kurallarını kabul etmek, sağın zemininde siyaset yapmayı gerektirir. Siyasi yelpazenin solunda olan bir partinin sağdan oy almak için inanç ve etnik temelde siyaset yapması, aday göstermesi ne kadar inandırıcı olabilir? Yanıt, 30 Mart seçim sonuçlarıdır.
Sol, siyasi yelpazede kendi yerine, toplumda da gerçek zeminine dönmek zorundadır.
Dünyada emekten kopan sol siyasetin başarılı olduğu görülmemiştir.
Türkiye’mizin gerçekten demokratik, çağdaş, kalkınan, iç barışı sağlanmış bir ülke olması için sol değerleri savunan bir partiye gereksinimi vardır.
Cumhuriyet Halk Partisi, ilkelerine ve gerçek toplumsal tabanına dönerek gerçek kimliğine kavuşmak zorundadır.
Emekçi sınıflar ile gençliğin buluştuğu ve desteklediği Cumhuriyet Halk Partisi, ülkemizin aydınlık geleceğini kuracaktır.





* 35'LİĞİ takip eden, başta Türkiye olmak üzere; Afganistan, Amerika, Angola, Almanya, Avusturya, Avustralya, Arnavutluk, Azerbaycan, Arjantin, Belçika, Belarus, Birleşik Arap Emirlikleri, Bulgaristan, Bosna Hersek, Brezilya, Cezayir, Çek Cumhuriyeti, Çin, Danimarka, Ekvador, Endonezya, Fas, Fransa, Finlandiya, Güney Afrika, Güney Kore, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Haiti, Hırvatistan, Hindistan, Hollanda, Irak, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsviçre, İsrail, İsveç, İtalya, Japonya, Kanada, Katar, Kazakistan, Kenya, Kosta Rika, Kolombiya, Kuveyt, Makedonya, Malta, Malezya, Mısır, Moldova, Monako, Libya, Litvanya, Lübnan, Nijerya, Norveç, Özbekistan, Pakistan, Panama, Portekiz, Polonya, Rusya, Senegal, Slovakya, Sırbistan, Singapur, Suudi Arabistan, Tayvan, Tayland, Ukrayna, Venezuela, Vietnam ve Yunanistan'da yaşayan ve de yazılarıyla katkı koyan, önerilerini paylaşan tüm dostlarımıza teşekkür ederiz…

Not : Bu veriler, Blogspot'un kontrol panelinden aktarılmıştır...



Yorum, istek ve önerilerinizi yazabilir, 
paylaşabilirsiniz...
Eğer yorumunuzu yazdığınız halde
gönderemiyorsanız veya teknik arıza çıkıyorsa,
lütfen, altay@vecdialtay.net mail adresine
mail gönderiniz...




altay@vecdialtay.net








BU SİTE, BASIN MESLEK İLKELERİNE, ÇOCUK, KADIN, İNSAN VE 
HAYVAN HAKLARINA UYMAYI TAAHHÜT EDER...

BU SİTEDE YAYINLANAN YAZILARI KAYNAK GÖSTERMEK KOŞULUYLA
PAYLAŞABİLİR, ALINTI YAPABİLİR VE KULLANABİLİRSİNİZ...

16 Nisan 2014 Çarşamba

Biyologlar Günü...




Biyologlar Günü...

35LİK’i 35lik yapan, kuşkusuz okurlarıdır.
Her zaman söyler ve yazarım:
Okur ne derse doğru der…
Hep siyaset veya ekonomi yazacak değiliz ya.
Bu kez, bir okurumuzun ricasını yerine getirelim.
Bugün, aynı zamanda Biyologlar Günü’ymüş..
Doğrusu bilmiyorduk.
İşte bu önemli günde, biyologların sorunlarını dile getirelim istedik.
Okurumuz ve aynı zamanda Türkiye Biyologlar Derneği Genel Başkanı olan Doç. Dr. Alev Haliki Uztan’ın gönderdiği yazıyı paylaşıyorum sizlerle.


Sayın Vecdi Altay

6 NİSAN Biyologlar Günü münasebetiyle hazırladığımız ve Biyologların istihdam sorunlarını içeren bir yazıyı, bugüne kadar her soruna göstermiş olduğunuz hassasiyeti biyologların sorunlarına da göstereceğiniz inancıyla size gönderiyorum.
Sadece en önemli birkaç sorundan söz ettiğim yazının içeriği ile ilgili ve bilgim dahilinde daha ayrıntılı bilgi edinmek istediğiniz takdirde seve seve iletmeye hazır olduğumu da ifade etmek isterim.
İlginiz için teşekkürlerimi sunuyorum.
Sevgi ve saygılarımla.

Doç.Dr.Alev Haliki Uztan
Türkiye Biyologlar Derneği Genel Başkanı
Cep Tel: 0542 437 57 03


“ Ülkemizde her yıl 16.Nisan Biyologlar Günü olarak kutlanmaktadır. 
Bugün toplumun her kesiminde politikada, sporda ve benzeri birçok alanda aidiyet duygusunu pekiştirmek için bilerek veya bilmeyerek ama sıklıkla kullanılan “genlerinde .…….. taşımak” kavramındaki gen ve genetik bilimleri başta olmak üzere canlıları her yönüyle inceleyen Biyoloji bilimi gerçekte çok önemli bir temel bilim dalıdır. 
Ülkemizde temel bilimlerde eğitim-öğretim sorunları olağanüstü büyük boyutlara ulaşmasına ve özünde biyologların özellikle istihdam sorunları her geçen gün çığ gibi artmasına rağmen; inanılmaz bir hızla değişen gündem izlendiğinde tamamının yasama-yürütme-yargı organları arasındaki çekişmeler, müdahil gruplar, seçim takvimi ve seçilebilme kaygıları ile kişisel sürtüşmelerden ibaret olduğu görülmektedir. 
Toplumun birçok kesiminde olduğu gibi temel bilimlerin tüm alanlarında ve özellikle BİYOLOG’larda gençlerimizin istihdam sorunları çığ gibi artmaktadır. Ancak sürekli tartışılarak fasit bir döngü halini alan konular içinde maalesef ne yüksek öğretim sorunları ne de mezunların sorunları ile ilgili gerçekler yer almamaktadır. Kamuda meslek ünvanını 1933 yılında almış bir meslek grubu olmasına rağmen temel bilimlerin diğer alanları (Fizikçi, Kimyager vb.) gibi BİYOLOGLARIN DA HALEN BİR MESLEK TANIMI BULUNMAMAKTADIR. 
Ancak Türkiye’de Fen /Fen-Edebiyat Fakültelerinde Biyoloji Bölümlerinde halen, ortalama 20.000 öğrenci okumakta ve her yıl ortalama 4.000 öğrenci Biyolog ünvanıyla mezun olmaktadır. Buna ek olarak geçmiş birkaç yılda hem sayıları hem de kontenjanları hızla artırılmış olan Temel Bilimler (Biyoloji-Fizik-Kimya Bölümleri) bölümlerinin istihdam problemleri katlanarak artmıştır. 
Hem akademisyenlerin hem de öğrencilerin sorunlarının yanı sıra mezunların istihdam sorunları da gündemi sürekli meşgul eden diğer sorunların içinde maalesef hep göz ardı edilmektedir.
Bir ülkede bir fakülte düşününüz ki (Fen/Fen-Edebiyat Fakülteleri) tüm bölümleri temel bilimler eğitimi versin ve unvanları Teknik Hizmetler sınıfında sayılmasına rağmen sadece bir tanesi ayrılsın ve başka bir kamu sınıfında (Sağlık Hizmetleri Sınıfı) gösterilsin.
Ama bakanlıklar arasında görüş birliği de olmasın ve o meslek Maliye Bakanlığı’na göre sağlık eğitimi alıyor olarak kabul edilsin ama Sağlık Bakanlığı aksini savunsun.
Aynı ülkede Sağlık Hizmetleri Sınıfı’nda anılan bir meslek unvanı düşününüz ama çıkarılan yasa- yönetmelik ve yönergelerle (Tıbbi Laboratuarlar Yönetmeliği) sağlık hizmetlerine ait kurum, kuruluş ve laboratuarlarda çalışmaları yasaklansın.
Yine o ülkede mezunlarına 1933 yılında Biyolog unvanı ve kamuda yer verilen bu meslekte bulunanlar fakültelerinde en az 4 yıl (çoğunlukla 4+1 yıl yüksek lisans ve doktora eğitimleri vb.) okumalarına rağmen 2 yıllık meslek yüksek okulları mezunlarıyla eşdeğer kabul edilsin.
Ayrıca farklı isimlerde kurulan birçok bölümden mezun olanlar “BİYOLOG” unvanı altında toplansın ama kadrolara alınırken ayrı kodlarla ifade edilsin.
Ek olarak 81 yıldır hala meslek tanımı yapılmamış olsun. Yasa-yönetmelik ve yönergelerde dikkate alınmasın. Herhangi bir yasal sorumlulukla karşılaşmamak için her zaman “diğerleri” gibi bir ifade ile geçiştirilsin.
İşi yapsın, sonuçlandırsın ama imzasını atamasın. İşte o meslek unvanı BİYOLOG’ dur ve dünyanın hiçbir ülkesinde Türkiye’deki gibi yukarıda anılan olumsuzluklara maruz kalmamaktadır. Yine son derece şaşılacak bir husus tüm fakültelerde olduğu gibi Fen/Fen Edebiyat Fakültelerinin tüm bölümleri kendi mezunlarını kadro ve unvanlarıyla istihdam edebilirken sadece Biyoloji bölümleri mezunlarını Biyolog kadrosunda istihdam edemez durumda olmasıdır. Oysa çağımızda giderek daha fazla önem kazanan Biyoteknoloji, Nanobiyoteknoloji, Biyogüvenlik, Çevre ve Biyoçeşitliliğin Korunması, Vektörel hastalıklarla mücadele, Biyogaz - Biyodizel- Biyorafineriler, Genom Projeleri, Biyoinformatik ve Biyoturizm gibi yeni alanlar da temelde adı üzerinde BİYOLOJİ bilimine dayanmaktadır. 
Dünyada başta ABD, Japonya ve AB ülkeleri olmak üzere gelişmiş ülkelerde BİYOLOGLARIN çok çeşitli alanlarda yaptıkları çalışmalarla toplumların sosyoekonomik ve ekonomik kalkınmasına temel katkı sağlanmaktadır. 
Bu ülkeler gelişimini temel fen bilimlerine (Biyoloji, Fizik, Kimya) verdiği önemle taçlandırmış ülkelerdir. Yasa, yönetmelik ve yönergelerle özlük haklarının aldıkları eğitim-öğretimle örtüşen ve hak ettikleri şekilde düzenlenmesi ve mesleklerine gereken önemin verildiğini görmek; mesleğini severek yapan akademisyenler ve BİYOLOGLAR için çok önemlidir. 
Keza evlatlarını büyük zorluklarla okutan ve geleceğinin tüm sınırlarıyla belirlendiğinden emin olmak isteyen AİLELER ve üniversitelerimizde Biyoloji Bölümlerinde isteyerek okuyan/okuyacak ÖĞRENCİLER için de son derece önemlidir. 
Çünkü gerçekte Biyolog: üniversitelerin lisans eğitimi veren Fen/Fen-Edebiyat Fakültelerinin biyoloji, moleküler biyoloji ve genetik ile biyoteknoloji bölümlerinden mezun olan; tüm canlıların, birbirleri ve çevreleri ile olan etkileşimlerini, bilimsel yöntemlerle inceleyen, bu yöntemler sonucunda elde ettiği verileri eğitim, tarım, orman, sağlık, çevre, gıda, endüstri, biyoteknoloji, nanoteknoloji, doğal kaynakların yönetimi alanlarında araştıran, inceleyen, analiz eden, üreten ve kontrol eden, denetleyen, uygulayan ve uygulatan, bu sonuçları rapor haline getiren meslek mensubudur. 
Biz BİYOLOGLAR 16 Nisan Biyologlar Gününü meslek tanımı yapılmış; mesleki geleceği yasa-yönetmelik-yönergelerle güvence altına alınmış; çalışma alanları kesin olarak belirlenmiş yani mesleki istikbal ve istikrar kaygılarından arınmış ve alanında ülkesine yararlı hizmetler vermek isteyen BİYOLOGLAR olarak kutlamak istiyoruz. 
Ve bir kez daha meslek tanımımızı sunarak kırgınlığımızın ve küskünlüğümüzün ivedilikle giderilmesi dileklerimizle bu onurlu mesleği sürdüren her aşamadaki tüm meslektaşlarımızın Biyologlar Gününü kutluyoruz…” 





* 35'LİĞİ takip eden, başta Türkiye olmak üzere; Afganistan, Amerika, Angola, Almanya, Avusturya, Avustralya, Arnavutluk, Azerbaycan, Arjantin, Belçika, Belarus, Birleşik Arap Emirlikleri, Bulgaristan, Bosna Hersek, Brezilya, Cezayir, Çek Cumhuriyeti, Çin, Danimarka, Ekvador, Endonezya, Fas, Fransa, Finlandiya, Güney Afrika, Güney Kore, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Haiti, Hırvatistan, Hindistan, Hollanda, Irak, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsviçre, İsrail, İsveç, İtalya, Japonya, Kanada, Katar, Kazakistan, Kenya, Kosta Rika, Kuveyt, Makedonya, Malta, Malezya, Mısır, Moldova, Monako, Libya, Litvanya, Lübnan, Nijerya, Norveç, Özbekistan, Pakistan, Panama, Portekiz, Polonya, Rusya, Senegal, Slovakya, Sırbistan, Singapur, Suudi Arabistan, Tayvan, Tayland, Ukrayna, Venezuela, Vietnam ve Yunanistan'da yaşayan ve de yazılarıyla katkı koyan, önerilerini paylaşan tüm dostlarımıza teşekkür ederiz…

Not : Bu veriler, Blogspot'un kontrol panelinden aktarılmıştır...



Yorum, istek ve önerilerinizi yazabilir, 
paylaşabilirsiniz...
Eğer yorumunuzu yazdığınız halde
gönderemiyorsanız veya teknik arıza çıkıyorsa,
lütfen, altay@vecdialtay.net mail adresine
mail gönderiniz...




altay@vecdialtay.net








BU SİTE, BASIN MESLEK İLKELERİNE, ÇOCUK, KADIN, İNSAN VE 
HAYVAN HAKLARINA UYMAYI TAAHHÜT EDER...

BU SİTEDE YAYINLANAN YAZILARI KAYNAK GÖSTERMEK KOŞULUYLA
PAYLAŞABİLİR, ALINTI YAPABİLİR VE KULLANABİLİRSİNİZ...


14 Nisan 2014 Pazartesi

Silivri'den Mektup Var...








Silivri'den Mektup Var...

13 MART 2014 tarihinde yayınladığımız, "Geleceğimizi Çaldılar" başlıklı yazımızda,
http://vecdialtay.blogspot.com.tr/2014/03/gelecegimizi-caldlar.html
Balyoz Davası tutsaklarından Amiral Tuırgay Erdağ ile eşi Müge Erdağ'ın anlattıklarına ve yaşadıklarına yer vermiştik.
Müge hanım, geçtiğimiz hafta içinde Silivri'ye giderek eşiyle görüşmüş. Ardından da, bu konularda düzenlenen etkinliklere katılmış.
Amiral Turgay Erdağ, bana iletilmek üzere bir mektup yazmış. O mektubu bugün Müge hanımdan teslim aldım.
Bu davalarla ilgili olarak artık hiç yorum yapmıyorum. 
Turgay'ın da belirttiği gibi, artık herkes bu davaların nasıl bir dava olduğunu çok iyi biliyor.
Ben, güneşi bekliyorum. 
Biliyorum ki o güneş bir gün, tüm tutsak edilen askerler, komutanlar için de doğacak...
İşte Turgay'ın gönderdiği mektup:









NOT 1:
Bu davalarla ilgili olarak, bana gerek telefonla ulaşan ve gerekse bilgi belge göndererek katkı koyan tüm asker ailelerine, yakınlarına teşekkür ediyorum... 
Yazılarda adı geçen komutanların hiç birini tanımıyorum... 
Hiç biriyle yakınlığım veya arkadaşlığım yok... 
Ben sadece mesleki, toplumsal ve bireysel sorumluluklarımı yerine getiriyorum... 
Bilinmesini isterim ki, bu davaların sürekli gündemde kalması adına, tarafıma gönderilen tüm mektupları, ailelerin yazılarını mutlaka yayınlayacağım...

NOT 2:
Bu konularla ilgili diğer yazıları okumak için tıklayın.








* 35'LİĞİ takip eden, başta Türkiye olmak üzere; Afganistan, Amerika, Angola, Almanya, Avusturya, Avustralya, Arnavutluk, Azerbaycan, Arjantin, Belçika, Belarus, Birleşik Arap Emirlikleri, Bulgaristan, Bosna Hersek, Brezilya, Cezayir, Çek Cumhuriyeti, Çin, Danimarka, Ekvador, Endonezya, Fas, Fransa, Finlandiya, Güney Afrika, Güney Kore, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Haiti, Hırvatistan, Hindistan, Hollanda, Irak, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsviçre, İsrail, İsveç, İtalya, Japonya, Kanada, Katar, Kazakistan, Kenya, Kosta Rika, Kuveyt, Makedonya, Malta, Malezya, Mısır, Moldova, Monako, Libya, Litvanya, Lübnan, Nijerya, Norveç, Özbekistan, Pakistan, Panama, Portekiz, Polonya, Rusya, Senegal, Sırbistan, Singapur, Suudi Arabistan, Tayvan, Tayland, Ukrayna, Venezuela, Vietnam ve Yunanistan'da yaşayan ve de yazılarıyla katkı koyan, önerilerini paylaşan tüm dostlarımıza teşekkür ederiz…

Not : Bu veriler, Blogspot'un kontrol panelinden aktarılmıştır...



Yorum, istek ve önerilerinizi yazabilir, 
paylaşabilirsiniz...
Eğer yorumunuzu yazdığınız halde
gönderemiyorsanız veya teknik arıza çıkıyorsa,
lütfen, altay@vecdialtay.net mail adresine
mail gönderiniz...




altay@vecdialtay.net








BU SİTE, BASIN MESLEK İLKELERİNE, ÇOCUK, KADIN, İNSAN VE 
HAYVAN HAKLARINA UYMAYI TAAHHÜT EDER...

BU SİTEDE YAYINLANAN YAZILARI KAYNAK GÖSTERMEK KOŞULUYLA
PAYLAŞABİLİR, ALINTI YAPABİLİR VE KULLANABİLİRSİNİZ...











7 Nisan 2014 Pazartesi

Tutuklu Mektubu Görülmüştür...






Tutuklu Mektubu Görülmüştür…


5 NİSAN 2014 tarihinde yayınladığımız, “Hasdal’dan Mektup Var…” başlıklı yazımızda,
Balyoz Davası tutsaklarından Deniz Kurmay Albay Mehmet Cenk Dalkanat’ın, 35LİK’e gönderdiği mektubu yayınlamış ve yazının girişinde de, Babası, Emekli Deniz Kurmay Albay Yılmaz Dalkanat kanalıyla gönderdiği mektupta, durumu hakkında bilgiler veren Dalkanat, mektubun orijinali de normal posta olarak gönderdiğini ifade ediyor. Ancak bu satırların yazıldığı gün ve ana kadar, söz konusu mektup, tarafıma ulaşmadı…” demiştik.
İşte o mektup bugün, PTT kanalıyla yedi gün sonra bana ulaştı.
30 Mart 2014 tarihinde yazılan ve 1 Nisan 2014 tarihinde postaya verilen mektubun içinden, her birinde, Tutuklu Mektubu Görülmüştür ifadeli, kırmızı renk damgalı, 1 adet Dalkanat’ın yazdığı mektup, 2 adet Hasdal’da yatan komutanların toplu fotoğrafı ve o fotoğraflara ait bir adet komutanları tanıtan şema çıktı.
Ben, Mehmet Cenk Dalkanat’ın ilgisine teşekkür ediyorum ve gelenlerin hepsini sizlerle paylaşıyorum. 
Cenk komutanın dediği gibi, aydınlık güzel günler bizleri bekliyor…















NOT 1:
Bu davalarla ilgili olarak, bana gerek telefonla ulaşan ve gerekse bilgi belge göndererek katkı koyan tüm asker ailelerine, yakınlarına teşekkür ediyorum... 
Yazılarda adı geçen komutanların hiç birini tanımıyorum... 
Hiç biriyle yakınlığım veya arkadaşlığım yok... 
Ben sadece mesleki, toplumsal ve bireysel sorumluluklarımı yerine getiriyorum... 
Bilinmesini isterim ki, bu davaların sürekli gündemde kalması adına, tarafıma gönderilen tüm mektupları, ailelerin yazılarını mutlaka yayınlayacağım...

NOT 2:
Bu konularla ilgili diğer yazıları okumak için tıklayın.







* 35'LİĞİ takip eden, başta Türkiye olmak üzere; Afganistan, Amerika, Angola, Almanya, Avusturya, Avustralya, Arnavutluk, Azerbaycan, Arjantin, Belçika, Belarus, Birleşik Arap Emirlikleri, Bulgaristan, Bosna Hersek, Brezilya, Cezayir, Çek Cumhuriyeti, Çin, Danimarka, Ekvador, Endonezya, Fas, Fransa, Finlandiya, Güney Afrika, Güney Kore, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Haiti, Hırvatistan, Hindistan, Hollanda, Irak, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsviçre, İsrail, İsveç, İtalya, Japonya, Kanada, Katar, Kazakistan, Kenya, Kosta Rika, Kuveyt, Makedonya, Malta, Malezya, Mısır, Moldova, Monako, Libya, Litvanya, Lübnan, Nijerya, Norveç, Özbekistan, Pakistan, Panama, Portekiz, Polonya, Rusya, Senegal, Sırbistan, Singapur, Suudi Arabistan, Tayvan, Tayland, Ukrayna, Venezuela, Vietnam ve Yunanistan'da yaşayan ve de yazılarıyla katkı koyan, önerilerini paylaşan tüm dostlarımıza teşekkür ederiz…

Not : Bu veriler, Blogspot'un kontrol panelinden aktarılmıştır...



Yorum, istek ve önerilerinizi yazabilir, 
paylaşabilirsiniz...
Eğer yorumunuzu yazdığınız halde
gönderemiyorsanız veya teknik arıza çıkıyorsa,
lütfen, altay@vecdialtay.net mail adresine
mail gönderiniz...




altay@vecdialtay.net








BU SİTE, BASIN MESLEK İLKELERİNE, ÇOCUK, KADIN, İNSAN VE 
HAYVAN HAKLARINA UYMAYI TAAHHÜT EDER...

BU SİTEDE YAYINLANAN YAZILARI KAYNAK GÖSTERMEK KOŞULUYLA
PAYLAŞABİLİR, ALINTI YAPABİLİR VE KULLANABİLİRSİNİZ...




5 Nisan 2014 Cumartesi

Hasdal'dan Mektup Var...








Hasdal’dan Mektup Var…

BALYOZ davası tutsaklarından Deniz Kurmay Albay Mehmet Cenk Dalkanat'tan bir mektup aldım.
Babası, Emekli Deniz Kurmay Albay Yılmaz Dalkanat kanalıyla gönderdiği mektupta, durumu hakkında bilgiler veren Dalkanat, mektubun orijinali de normal posta olarak gönderdiğini ifade ediyor.
Ancak bu satırların yazıldığı gün ve ana kadar, söz konusu mektup, tarafıma ulaşmadı.
Her zaman yazıyor ve söylüyorum: Balyoz, Ergenekon, Poyrazköy gibi adlar verilerek sürdürülen tutsak alınma davalarının, toplumda da, vicdanlarda da karşılığı yok.
Binbir emek verilerek yetiştirilen yüzlerce Mustafa Kemal'in askeri, hapislerde çürütülüyor.
Çocuklar perişan, aileler perişan...
Hiç birini tanımıyorum. 
Hiç biri ile yakınlığım, arkadaşlığım yok ama,
Ben de isyan ediyor ve yeter artık diyorum...
Sevgili kardeşim, değerli komutan;
Bil ki biz de, bizi üzecek bir şey yapmadığınızı biliyoruz...
Mektup dostluğumuz, tutsaklığın bittiğinde de devam edecektir.
Bundan hiç kuşkun olmasın.
Özgürlük ve aydınlık günler çok yakında.
Kızın Zeynep'in "Peri Tinki"den isteği, er geç yerine gelecektir...
İşte, Mehmet Cenk Dalkanat'ın mail yoluyla gönderdiği mektup:


Sayın Vecdi ALTAY;

Sizi, internet üzerinden yayınlamakta olduğunuz birbirinden ilginç yazılarınızdan ve haberlerinizden tanıyorum. 
Yayınlamış olduğunuz haberlerin ilki kızım Zeynep DALKANAT’ın yazmış olduğu hikâye ile ilgili idi. Diğer haberiniz ise babam Yılmaz DALKANAT’ın benim ile ilgili yazmış olduğu haberdi. 
En son haber ise Şirinyer Askeri Cezaevindeki arkadaşlarım ile ilgili yazmış olduğunuz çok değerli haberiniz.. 
Yayınlamış olduğunuz bu haberler ve bizlere vermiş olduğunuz destek için minnettarlığımı iletmek isterim. Sizler özgür dünyada bizlerin sesi oluyorsunuz ve yaşanan adaletsizliği tarihe not düşecek şekilde milletimize anlatıyorsunuz.
Gönül internet sitenizde yayınlamış olduğunuz tüm yazı ve haberlerinizi okumak ve birinci elden erişmek isterdi. 
Ancak ne yazık ki bu husus bulunduğum konum itibari ile mümkün değil. Bütün Türkiye’nin özgürce oy kullandığı bugün nasıl oy kullanmam ve vatandaşlık haklarımdan en önemlisi elimden alındıysa, sizin internet sitenize de ulaşma hakkım elimden alınmış durumda. 
Bu yaşıma gelmeme rağmen daha önce vatanıma, milletime hizmet gibi sebeplerden çoğu zaman seyirde, bazen de çalıştığım birliklerde nöbetçi olduğumdan oy kullanamamış birisi olarak, bu herhalde benim kaderim diye de düşünmekten kendimi alamadığımı da sizle paylaşmak isterim. Seçememek, ancak seçilenlerin kararlarına göre çalışmak; sonucunda da haksız yere, adalet yokmuşçasına yargılanarak ceza almak ne yazık ki biz kumpas mağdurlarının kaderi olmuş durumda.
Sizlere bunları yazarken şunu da bilmenizi isterim ki, yazdıklarım kesinlikle bir ümitsizlik veya moralsizlik göstergesi değildir. Kesinlikle o şekilde algılamayınız. 
Yazdıklarım her zaman arkasında durabileceğim, tüm doğallığıyla en basit düşüncelerimdir. Benim gibi genellikle el yazısı ile doğrudan en içten doğal düşüncelerini yazmayı tercih eden birisi olarak, bilgisayarda yazmamın sebebi ise size daha uzun bir mektup yazmak ve gerektiğinde daha iyi anlaşılabilecek eklemeleri yapabilmektir. 
El yazısı ile yazarken düşüncelerimin hızına yetişemediğim için istediklerimi tam ve kendimce gerektiği şekilde ifade edemediğimin farkındayım. 
Size yazdığım ilk mektubumda kendimi daha iyi ifade etmek ve böylelikle sizin de beni daha iyi tanımazı istedim. Sizin bizler için göstermiş olduğunuz çabaların karşılığını Hasdal’da bulunmam nedeniyle ancak kısmen de olsa bu şekilde ödeyebileceğimi düşünmekteyim.
Babamın size yazmış olduğu yazıda bahsettiği üzere ben her zaman çevremde çok sevdiğim mesleğimden olan insanların, olayların ve mekânların yer aldığı bir ortamda yaşadım ve büyüdüm. Bu durum ilk olarak benim meslek seçmemde de zannedersem önemli bir etken oldu.

Duvarlar Çatlardı...
Annemin söylediğine göre yeni konuşmaya başladığım dönemde bile bana büyünce ne olacaksın diye soranlara, deniz subayı olacağım diyormuşum. Bu hayalimi gerçekleştirmekten de dolayı mutluyum. En azından ülkemizde kaç kişiye nasip olacağını bilemediğim şekilde, 45 yaşıma kadar hayatımda hayal ettiğim mesleği yapabildim. Şimdi sadece anılarda kalan bu meslek yaşantımda yine hayal edebileceğim her şeyi elimden geldiğince en iyi şekilde yapmaya çalıştım. Eğitim seviyemi geliştirmek için her fırsatı değerlendirdim. Bir deniz subayının hayali olan bir geminin komutanlığını yapabildim. 
Gemi komutanlığım esnasında güney yarım kürede seyretmek dahil bir çok ilkleri yapmak onurunu yaşadım. Bunların hepsi bana şimdilerde oldukça uzak gelen eskilerden unutulmaz güzel anılar. Bu görevlerimde milletimin yüzünü utandıracak bir olumsuzluğa sebep olmadığıma, milletimin bana emanet ettiği personelimin canına ve milletimin malına helal getirmediğime de her zaman şükrederim. 
Tabi ki şu anda yine milletim adına karar vermiş bir yargı sisteminden utandığımı ve milletimin bu yargı kandırmacasına nasıl geldiğini ve gerçekleri görmediğini de anlamakta güçlük çekiyorum.
Aslında burada bizler nasıl yargılandık, nasıl ceza aldık gibi konulara girmek niyetinde değilim. Bu davanın neresinden tutulursa tutulsun hem bana çok boş geliyor, hem de ne yazık ki adalet açısından adil bir sonuca ulaşamıyorum. 
Bunun sebebi ne yazık ki toplumumuzdaki bir kesimin, ben ne anlatsam baştan bizi suçlu ilan etmesinden ve gerçeklerle kesinlikle ilgilenmemesinden kaynaklanıyor. Herhalde boş duvara savunmalarımızı yapsak, duvar hep aynı gerçekleri duymaktan çatlardı. 
Ben ise şunu öğrendim bu yaşadıklarımdan; devletimizin adalet, güvenlik gibi kurumları herkesin bildiği ve kabul ettiği “güneş her gün doğudan doğar” dese bile, ne yazık ki ben dışarı çıkar bir bakar ve kendi gözümle görür, ondan sonra söylenene inanırım. 
Yani devletimizin adalet ve güvenlik kurumları tarafından söylenen hiçbir şeye kendi gözümle görmeden artık inanmam. Yıllarca sorgusuz sualsiz hizmet ettiğim devletim bana bu yaşta bunu öğrettiği. Ne yapacaksınız öğrenmenin yaşı yok.
Tabii son zamanlarda öğrendiklerim sadece olumsuz konular da değil. Bizlere destek veren ve daha önce hiç tanımadığım, varlığını dahi bile bilmediğim çok değerli insanlarla tanışmak gibi bir faydası da oldu. 
Bizler gibi işi ile evi arasında gidip gelmekten başka seçeneği olmamış kişiler için bu vatansever, kadir kısmet bilen insanlar ile tanışmak ve mektuplaşmak en büyük hediye. Asıl arkadaşlığı silah arkadaşı zannederken, arkadaşlığın ve insanlığın en dürüstünü ve en kadimini bu yaşa kadar kaçırmışım. Size diyorum ya öğrenmenin yaşı yok. Zararın neresinden dönülse kârdır.
Bizler burada olabildiğince iyiyiz. Burada bulunmanın sevinilecek bir tarafı olmasa da sizlerin üzülmesini gerektirecek bir durum da yok. 
Zaten üzülmek, bu üzüntüyü görünce sevinecekleri sevindirmemek için yapılmaması gereken bir davranış. Hem bizler ne yaptık ki sizler üzüleceksiniz. İnanın biz sizleri üzecek hiçbir şey yapmadık.
Size ve tüm sevdiklerinize sağlık, mutluluk ve aydınlık günler dilerim.
Kısa bir denizci özdeyişi ile “düşmanınız mert, kılıcınız (*) keskin, pruvanız neta olsun.”
Saygılarımla. 30 Mart 2014. Hasdal
(*) Sizin için kılıç yerine “kaleminiz” diyebiliriz.

Mehmet Cenk DALKANAT 
Deniz Kurmay Albay







































NOT 1:
Bu davalarla ilgili olarak, bana gerek telefonla ulaşan ve gerekse bilgi belge göndererek katkı koyan tüm asker ailelerine, yakınlarına teşekkür ediyorum... Biliniz ki, ben sadece mesleki, toplumsal ve bireysel sorumluluklarımı yerine getiriyorum... Mesleğimi yapmaya çalışıyorum, diğer duyarlı ve sorumlu meslektaşlarım gibi...

NOT 2:
Bu konularla ilgili diğer yazıları okumak için tıklayın.






* 35'LİĞİ takip eden, başta Türkiye olmak üzere; Afganistan, Amerika, Angola, Almanya, Avusturya, Avustralya, Arnavutluk, Azerbaycan, Arjantin, Belçika, Belarus, Birleşik Arap Emirlikleri, Bulgaristan, Bosna Hersek, Brezilya, Cezayir, Çek Cumhuriyeti, Çin, Danimarka, Ekvador, Endonezya, Fas, Fransa, Finlandiya, Güney Afrika, Güney Kore, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Haiti, Hırvatistan, Hindistan, Hollanda, Irak, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsviçre, İsrail, İsveç, İtalya, Japonya, Kanada, Katar, Kazakistan, Kenya, Kosta Rika, Kuveyt, Makedonya, Malta, Malezya, Mısır, Moldova, Monako, Libya, Litvanya, Lübnan, Nijerya, Norveç, Özbekistan, Pakistan, Panama, Portekiz, Polonya, Rusya, Senegal, Sırbistan, Singapur, Suudi Arabistan, Tayvan, Tayland, Ukrayna, Venezuela, Vietnam ve Yunanistan'da yaşayan ve de yazılarıyla katkı koyan, önerilerini paylaşan tüm dostlarımıza teşekkür ederiz…

Not : Bu veriler, Blogspot'un kontrol panelinden aktarılmıştır...



Yorum, istek ve önerilerinizi yazabilir, 
paylaşabilirsiniz...
Eğer yorumunuzu yazdığınız halde
gönderemiyorsanız veya teknik arıza çıkıyorsa,
lütfen, altay@vecdialtay.net mail adresine
mail gönderiniz...




altay@vecdialtay.net








BU SİTE, BASIN MESLEK İLKELERİNE, ÇOCUK, KADIN, İNSAN VE 
HAYVAN HAKLARINA UYMAYI TAAHHÜT EDER...

BU SİTEDE YAYINLANAN YAZILARI KAYNAK GÖSTERMEK KOŞULUYLA
PAYLAŞABİLİR, ALINTI YAPABİLİR VE KULLANABİLİRSİNİZ...