Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Ocak 2014 Perşembe

Sorunun Temeli...














SOSYALİST toplum kesinlikle demokratiktir. Halkın ihtiyaçlarının yerine getirilmesi ve özlemlerinin gerçekleştirilmesi temeline dayanır. Tüm belirleyici konularla ilgili alınacak kararlarda en önemli rolü oynayan halkın ta kendisidir...
Ernesto Che Guevara





Sorunun Temeli...

28 KASIM 2013 tarihinde 35LİK’te yayınladığımız “Hırsızların asıl çalmak istediği, Vatan ve Cumhuriyet…” başlıklı yazımızda, Balyoz Davası tutuklularından, Kurmay Albay Utku Arslan’ın gönderdiği mektuba yer vermiştik... 
(http://vecdialtay.blogspot.com.tr/2013/11/hrszlarn-asl-calmak-istedigi-vatan-ve.html)
Bu dava ile ilgili olarak 43 subayın önceki gün yayınladığı bilgi açıklamasında imzası bulunan Kurmay Albay Utku Arslan’dan yeni bir mektup geldi...
Önce, TÜBİTAK’ın geçtiğimiz günlerde yayınlanan ve bu davanın seyrini değiştirecek olan  raporu, ardından Mamak’ta tutuklu bulunan 43 subayın “Yüce Türk Milleti’ne” başlıklı bilgilendirme açıklaması ve en son olarak da, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen Balyoz Davası'nın yeniden yargılaması talebini geri çeviren kararını kaldırması, gözlerin bu davaya yeniden çevrilmesine neden oldu...
Bir gazeteci olarak şunu belirtmek isterim: TÜBİTAK’ın raporu ile bu dava zaten düşmüştür. Bu davada adı geçenler, raporun açıklandığı tarihten günümüze kadar hala boşu boşuna hapiste yatmaktadırlar. 
Adaletin, hukukun tartışıldığı ve sorgulandığı ülkemizde, vicdan sahibi savcı ve hakimlerin bulunduğuna inanıyoruz ve tüm sanıkların hemen ve ivedi olarak tahliyelerini bekliyoruz.
Bu insanları, babalarından, annelerinden, eşlerinden, çocuklarından, kardeşlerinden bu kadar ayrı bırakan zihniyeti ve anlayışı da kınıyorum…
İşte Utku Arslan’ın, eşi Işılay Arslan ve kardeşi Aykut Arslan kanalıyla 35LİK'e gönderdiği o mektup. 

Bir gün hocanın evinin bahçesinde panik halinde bir şeyler aradığını gören cemaat merakla sorar;
- Hayırdır hocam yana döne ne arıyorsun böyle?” Hoca cevap vermiş:
- Anahtarımı kaybettim, onu arıyorum.” Cemaa;,
- Biz de yardım edelim daha çabuk buluruz” demiş ve birlikte anahtarı aramaya başlamışlar. Ancak bahçenin altını üstüne getirmelerine rağmen anahtarı bulamamışlar.
Cemaat,;
- Hocam, burada kaybettiğinden emin misin?” deyince  Hoca’nın cevabı gecikmez:  
- Tasalanmayın a komşular. Ben anahtarı bodrumda kaybettim. Orası karanlık, inmeye korkuyorum. O yüzden burada arıyorum.” demiş.
Kıssadan hisse; sorunun temeline inmeye korkarsanız, çözümü başka yerlerde ararsanız, boşuna uğraşırsınız.
Eğer bir sorunu çözmek istiyorsanız yapmanız gereken sorunun temelini bulmak ve kaynağında çözmektir. Asıl sorun yerine başka şeylerle uğraşırsanız, sorun gitgide büyür ve sonuçta sizin çözemeyeceğiniz bir boyuta ulaşır.
Türkiye aynı hatayı defalarca yaptı. Halen de yapmaya devam ediyor. Maalesef bizim yöneticilerimiz hep bataklık ile uğraşmak yerine sivrisineklerle uğraşmayı tercih ettiler.
Terör sorununun temeline inip kaynağı ile uğraşmaktansa teröristlerle uğraştılar. Terörizmin sebebi nedir, asıl sorun nerededir, hiç kimse merak bile etmedi. Sadece teröristler öldürüldü. Ama bataklık yani terörizm yerinde durduğu için öldürülenlerin yerine daha fazla terörist üretmeye devam etti.
Aynı hata Fethullah Gülen Cemaati konusunda da yapılıyor. Yıllarca askeri okullardaki genç subay adaylarından Işık Evlerine gittikleri tespit edilebilenler Silahlı Kuvvetlerden atıldılar. Ama hiç kimse Işık Evlerinin sahipleri veya yöneticileri konusunda hiçbir şey yapmadı. Hatta siyasiler bu okulların sahibi olan kişiyle kol kola resimler çektirip onun desteğini almaya çalıştılar.
Yazının başındaki fıkradaki hocanın yaptığını yapmayıp, bugün cemaatin Yargıda, Medyada, Silahlı Kuvvetlerde, Emniyet teşkilatında bu seviyeye ulaşmasının temel sebebini araştırırsak, Türkiye olarak temel sebebimizin “AHLAK” olduğunu göreceğiz.
Son otuz yıldır hemen hemen tüm siyasi partiler menfaatleri uğruna Cemaatin tüm yaptıklarına göz yumdular, birçok iş adamı maddi menfaatleri uğruna Cemaati destekledi ve sonunda ahlak kuralları hiçe sayılıp menfaatler öne çıkınca bugüne gelinmesi kaçınılmaz oldu.
Bence yaşadığımız bütün dertlerimizin temelinde yatan sebep ülkemizde ahlak anlayışının her geçen gün daha kötüye gitmesidir.
Yandaki resim Akşam Gazetesi’nin 12 Aralık 1942 tarihli sayısının ana sayfasına aittir. Bu sayıdaki bir karikatür Balyoz davasının özünü oluşturmaktadır.
“Yeni Milli Mücadelemiz” konulu karikatürde Ahlak ve Menfaat arasında bir kavga vardır ve ahlak, menfaate karşı galip gelmektedir.
Fakat aradan 70 yıl geçtikten sonra durum tam tersine dönmüş ve bugün geldiğimiz durum itibarıyla menfaat ahlakı nakavt etmek üzeredir.
Bugün, ahlaklı insanlar ile şahsi menfaatlerini başta toplum olmak üzere her şeyin üstünde tutan, bu menfaatler uğruna din dâhil her şeyi kullanmaktan, yalan söylemekten, iftira atmaktan çekinmeyen, bir yerlere gelebilmek için başkalarını karalamaktan çekinmeyen insanlar arasında pek de adil olmayan bir mücadele devam etmektedir.
Balyoz davasında yapılan haksızlıklar, hukuksuzluklar, sahte deliller, yanlış bilirkişi raporları, gerçekler ile hiç alakası olmayan polis tutanakları, imzasız ihbar mailleri hepsi bu temel soruna dayanmaktadır.
Ama gelinen noktada eğer ahlak sahibi insanlar toparlanmazlar ise çocuklarımıza yaşanabilir bir ülke bırakma ihtimalimiz her geçen gün azalıyor.      
Bugün yaşadığımız ve gelecekte muhtemelen yaşayacağımız bütün sorunların temelinde bence ahlak anlayışı yatmaktadır.
Türkiye için önümüzdeki yıllar, ahlaklı insanlar ile ahlaksız insanlar arasındaki mücadele ile geçmelidir. 
Herkes safını ona göre seçmelidir.
TÜRKİYE ANAHTARI NEREDE KAYBETTİYSE ORADA ARAMALIDIR…





* HABERE göre, Erdoğan’ın Urla’daki villalarına ulaşmak için, özel yol yapılmış… Eeee… Yolunu bulan, yolu da yapacak tabi…

* AKP İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı 1000 Ali Yıldırım’a bir soru:  Mustafa Şahin, İlhami Yıldırım ve Bünyamin Yıldırım akrabanız mı ve bunların ikametgahını Seferihisar Sığacık Mahallesi Akkum Caddesi No: 4’e taşıdınız mı? Yanıt verirseniz memnun oluruz…
                                                                                                                                
* ÖNCEKİ gece birileri, faiz artışları nedeniyle yine fena halde köşeyi döndü… O zaman biz de şöyle diyelim: Faizciyim, Faizcisin, Faizci… Faizciyiz, Faizcisiniz ve sizi gidi Faizciler sizi…

* VATANDAŞIN kanını emen bankalar, oldu kankalar…

* BAZI gazeteciler ve haber siteleri CHP’nin daha belli olmayan belediye başkan adaylarını açıklıyor… Hatta adını vermeden, “… kişiden aldığım bilgiler” diye yazıyor… E ben de boş durur muyum? Hemen  bir araştırma yapayım dedim. CHP’nin kedisi Şero’dan aldığım bilgilere göre, daha belli olmayan adaylar, 9 şubat tarihinde açıklanacak…            

* BENCE, bu faizlerin yükseltilmesi, hükümete karşı bir darbe girişimi olabilir… Merkez Bankası Başkanı başta olmak üzere, bazı çalışanlar, başka şubelere gönderilebilir…

* DİN anlayışına göre, Müslüman, Müslüman’ın ayıbını örter derler her ne kadar etik olmasa da… Ama günümüzde farklılaştı. Özellikle paralel devlet ortaya çıkınca, artık Müslüman Müslüman’ın rezilliklerini, pisliklerini ortaya çıkartıyor… Her ne kadar Müslümanlıkları sorgulanıp tartışılsa da…

* BAY Jöle, TRT’de yaptığı program karşılığı, ayda 10 bin TL alıyormuş… Bülent Arınç da, “Program çok izleniyor” demiş… Yorum yok… Sadece bilginiz olsun istedim…

* ELİN Cumhurbaşkanı Türk sanatçısına Sanat ve Edebiyat Nişan’ı veriyor, bizimkiler de sanatın ve sanatçının içine tükürüyor, heykellerini yıkıyor, parçalıyor…

* BAŞBAKAN, Fetullah Gülen’e fena halde yüklenmiş ve çok ağır ifadeler kullanmış… Ne söylersen söyle… Ne anlatırsan anlat, umurumuzda bile değil… Boşuna gündem değiştirmeye çalışma… Gündem belli: Her yer yolsuzluk, her yer rüşvet…

* KUZU Burhan şöyle demiş: "Sol iktidara az geldiği için az hırsızlık yapıyor..." Biz de şöyle değiştirelim: Sağ iktidara çok geldiği için çok hırsızlık yapıyor… Sahi ya… Bu arada AKP’de sağ partiydi değil mi?

* PEŞ peşe tahliye haberleri geliyor. Elbette ki çok seviniyoruz ama, bunlar seçim yatırımı olmasın? 

* POYRAZKÖY Davası’nda tutuklu sanık kalmadı ve hepsi de tahliye edildi… Gerçekler tek tek ortaya çıkıyor, çıkmaya da devam edecek…

* BUNLAR çok fena halde köşeye sıkıştı… Bazı gerekçeler üreterek seçimleri erteletmesinler…

* İ.Melih, seçimlere 15 gün kala bazı suikastler olacağını söylemiş ve oğluna mektuplar bırakmış… Bu numarayı daha önce de yapmıştı… O nedenle kendisini hiç ciddiye almayın… Buradan sesleniyorum: Sen o mektupları oğluna bırakacağına, git savcılara teslim et… Etmeyeceksen, biz de Başbakan gibi seslenelim: “Neredesiniz eyyyy savcılar…”

* PARALEL Devlet iddiaları ortaya çıkmadan önce, Başbakan’ı koşulsuz savunan Kanaltürk Ankara Temsilcisi şimdi de, Başbakan’ın her sözüne inanmak zorunda olmadığını söylüyor…Yazıklar olsun sen ve senin gibilere…  Meslektaş olarak senden utanç duyuyorum…

* ÖKÜZ öldü ortaklık bitti ya… İçişleri Bakanı Gülen’e yüklenmiş ve “Sen kimsin?” demiş… Oh ne ala ne ala…









AKP'nin İzmir Belediye Başkan Adaylarının,
biri eksik tamamı...
Konak'ın kadın adayı fotoğrafta yok...
Neden acaba?









* 35'LİĞİ takip eden, başta Türkiye olmak üzere; Amerika, Almanya, Avusturya, Avustralya, Arnavutluk, Azerbaycan, Arjantin, Belçika, Belarus, Birleşik Arap Emirlikleri, Bulgaristan, Bosna Hersek, Cezayir, Çin, Danimarka, Ekvador, Fransa, Finlandiya, Güney Afrika, Güney Kore, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Hollanda, Hırvatistan, Irak, İngiltere, İspanya, İsviçre, İsrail, İsveç, İtalya, Japonya, Kanada, Katar, Kazakistan, Kenya, Kosta Rika, Kuveyt, Makedonya, Malta, Malezya, Libya, Litvanya, Nijerya, Norveç, Özbekistan, Pakistan, Portekiz, Polonya, Rusya, Senegal, Sırbistan, Singapur, Suudi Arabistan, Tayland, Ukrayna, Venezuela, Vietnam ve Yunanistan'da yaşayan ve de yazılarıyla katkı koyan, önerilerini paylaşan tüm dostlarımıza teşekkür ederiz…

Not : Bu veriler, Blogspot'un kontrol panelinden aktarılmıştır...



Yorum, istek ve önerilerinizi yazabilir, 
paylaşabilirsiniz...
Eğer yorumunuzu yazdığınız halde
gönderemiyorsanız veya teknik arıza çıkıyorsa,
lütfen, altay@vecdialtay.net mail adresine
mail gönderiniz...




altay@vecdialtay.net








BU SİTE, BASIN ETİK YASASINA, ÇOCUK, KADIN, İNSAN VE 
HAYVAN HAKLARINA UYMAYI TAAHHÜT EDER...

BU SİTEDE YAYINLANAN YAZILARI PAYLAŞABİLİR, 
ALINTI YAPABİLİR VE KULLANABİLİRSİNİZ...


27 Ocak 2014 Pazartesi

Adalet de Mülk de benim...














SİZ aklınızı, sadece yaptığınız haksızlıkları değerlendirmek için, kelimelerinizi ve düşüncelerinizi gizlemek için kullanıyorsunuz.!...
Nietzsche






Adalet de Mülk de benim…

Hak ve hakka saygı yoksa, insan yok demektir…
Hüseyin Durdu


MAHKEME salonlarında ve
İktidarın, “Kocaman kocaman,
Avrupa’nın en büyük Adliye Sarayı’nı yaptık” dediği
Sarayların duvarlarında bir yazı vardır:
“Adalet Mülkün Temelidir…”
Yani, günümüz Türkiye’sinde,
Artık ne yazık ki inanılmayan ve de yalan olan,
Hakimlerin arkasındaki duvarda yazılı olan söz…
Bu cümlede kastedilen mülk,
Mal veya servet değil, devlettir…
Yani, adaletsiz bir devletin ayakta kalamayacağı
Anlatılmak istenir.
Yani kısacası,
Devletin veya düzenin esası adalettir…
Peki ülkemizde adalet var mı?
Yok.
Adaletin ırzına geçtiler mi?
Geçtiler.
Nasıl oldu?
Hırsızları, rüşvet alıp verenleri,
Yolsuzluk yapanları yakalayan ve yargılayan,
Adaletli davranan savcıları, hakimleri                             
Polisleri, müdürleri görevden aldılar, sürdüler, cezalandırdılar.
HSYK’nin kuruluş amacını yok ettiler.
Yani devletin esası olan adaleti katlettiler…
Kendilerine göre bir adalet yarattılar.
Çalmak, çırpmak sevap oldu.
Hatta öyle ki,
Gençlik kolları şöyle bir twit bile yazdı:
"Başbakanımız yolsuzluk yapmışsa halkı için yapmıştır. 
Aksini iddia eden Müslüman değildir…”
Buyurun buradan yakın…
Aslında bunların,
Adaleti kendilerince yorumlarken
Cümledeki mülkü de mülk edinme olarak
Algıladıklarından hiç kuşku duymamak gerekir.
Eğer gerçekten mülkü devlet olarak algılasalardı,
Bunca mülkler, çiftlikler,
Ayakkabı kutuları, banka hesapları, vakıfları olmazdı…
Ne demişti başbakan Belediye Başkanlığı döneminde:
"'Biz Başbakan olduğumuzda bugünkünden çok fakir olacağız, haberiniz olsun."
Ne mutlu bize ki, fakir ama mağrur ve de
Her yerden fışkıran mülkleri kabullenmeyen 
Bir başbakanımız var diyeceğim ama, diyemiyorum...
Çünkü, adaleti yontmaya, mülk edinmeye ve de
“Adalet de benim, mülk de benim” demeye devam ediyorsunuz...
Hem de fütursuzca...






* BAZI gazetelerin haberlerine göre, Başbakan’ın her yerden mülkleri fışkırıyormuş… Bülent Arınç ne denmişti: Yüce Allah’ım verdikçe veriyor…

* BAKAN Hayati Yazıcı şöyle demiş: "Paralel devlet yok, paralel uygulama iddiaları var…' Eeee… Ne demek şimdi bu? Başbakan ne diyor, bakan ne diyor? O zaman bu kavganız niye? Siz kimi kandırdığınızı zannediyorsunuz?

* CHP İzmir Milletvekili Dr. Aytun Çıray, Sağlık Bakanı için şöyle demiş: “ Bir meslektaş olarak Müezzinoğlu beni utandırıyor…” Valla bakanla meslektaş değiliz ama, inanın beni de çok utandırıyor…

* BAŞBAKAN dahil olmak üzere, tüm AKP’liler, CHP’li belediyelerin değişmesi gerektiğini söylüyor sürekli olarak… Bence, CHP’li belediyelerin değil, bu iktidarın değişmesi gerekiyor…

* SİLAH arkadaşlığı… Asker arkadaşlığı… Okul arkadaşlığı… Hepsi de çok kutsal, değerli ve önemli… Merak ediyorum, rüşvet ve yolsuzluk arkadaşlığı acaba nasıl bir duydu?

* AK Parti Gaziantep Milletvekili Ali Şahin, durdurulan TIR'larla ilgili olarak şöyle demiş: ''Ha tır ve otobüsleri durdurmuşsunuz ha Kurtuluş Savaşı'nda cephelere cephane taşıyan Nene Hatun'u durdurmuşsunuz. Hiç bir farkı yok...'' Sana uzun uzun yanıt vermek içimden gelmiyor… Şimdi ben sana, “Nene Hatun o silahları düşmana taşımıyordu” desem, sen bunu da anlamayacaksın ki…

* BAŞBAKAN, " Ben belediyecilikten geliyorum. Ne fırıldaklar çevrildiğini çok iyi bilirim" demiş... Biz de çok iyi biliriz bildiğinizi... Doğru söze ne denir ki…

* SPİKERİN dekolte elbisesine karışmayı hükümet görevi zanneden AKP’li, “ Bir numaralı Cumhurbaşkanı adayımız Erdoğan” demiş… Seni gidi seni… Gündem değiştirmek ha… Ama gündem belli: Her yer yolsuzluk, her yer rüşvet…

* KIYTIRIK haber siteleri kurarak, ara sıra bu kıytırık sitelerde, bazı gazete ve dergilerde yazı yazarak kendine “Gazeteci” diyenlerin, bu ünvanı kullanarak Belediye Meclis Üyeliği’ne başvurmaları ve partilerini aldatmaları, gerçekten çok manidar… Ayıp olmuyor mu beyler?

* ÇOBANLARIN adı değiştiriliyormuş… Yeni adları, “Sürü Yönetim Uzmanı…” Üç koyunu bile güdemezsin diyecek olanlara duyurulur…

* BAŞBAKAN, Belediye Başkanı olduğu dönemde şöyle demiş: "'Biz Başbakan olduğumuzda bugünkünden çok fakir olacağız, haberiniz olsun… " Başbakan’ı kutluyorum, bu ülkeye başbakan yapılacağını bildiği için… Başbakan’ı kınıyorum, Türkiye’nin ve dünyanın en zengin başbakanlarından biri olduğu için…

* HABER şöyle: " TÜBİTAK, Balyoz davasında sanıkların suçlu bulunmasındaki en temel delillerden biri olan 5 numaralı hard disk'in sahte olduğuna dair rapor yazdı..." Her şeyden önce, bu raporla bu dava artık düşmüştür... Peki, yılanca hapis cezası alanlara yapılanların bedelini kim ödeyecek? Peki, “Ben bu davaların savcısıyım” diyen başbakan ne diyecek?

* AKP gençliği şöyle bir twit atmış: "Başbakanımız yolsuzluk yapmışsa halkı için yapmıştır. Aksini iddia eden Müslüman değildir…” Sizi gidi din tüccarları sizi… Sizi gidi dinciler sizi… Sizi gidi Müslüman bozuntuları sizi… Sizi gidi çakma, sahtekar Müslümanlar sizi…

* BAŞBAKAN, “Üniversiteler artık özgür…” demiş. Doğru. Artık o kadar özgürler ki, yeni balık türü bile ürettiler…

* HABER şöyle: "AK Parti Grup Başkanvekili Belma Satır, kendilerine “hırsız” diyen bütün muhalefet milletvekillerine 320 AK Parti milletvekilinin dava açacağını söyledi..." Ya niye hepiniz bu kadar alındınız ki? Yoksa bilmediğimiz başka şeyler mi var?

* İSTİFASI bile muamma olan eski bakan Bayraktar şöyle bir twit atmış: "Önce Allah'ın sonrada RTE'nin sayesinde, Genel Müdür, Meclis üyesi, TOKİ Başkanı, milletvekili ve bakan olduğum gerçeği ortadadır…" Eeee… Sonuç… AKP’den ve vekillikten istifa ettin mi etmedin mi? 

* CUMHURİYET Gazetesi’nin haberine göre savcılar, “Kellemiz uçar korkusuyla” büyük davalara bakmıyorlarmış… Efendi efendi… Senin ünvanının başında “Cumhuriyet” yazar. Senin görevin cumhuriyeti korumaktır. Hırsızları, rüşvetçileri, namussuzları, ahlaksızları ve kutucuları değil…

* BİR gazetenin haberine göre, 1 milyon balık, balık çiftliğinden kaçmış… Sakın  bunların içinde, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’nde üretilen Emineae, Recepi, Bilali balık türleri de olmasın…











By by diye yazılır, bay bay diye okunur...










21 yıldır "Uğur" yok, adalet yok...


Araştırmacı-gazeteci ve yazar Uğur Mumcu, korkunç bir suikastla yaşamını yitireli tam 21 yıl oldu...
21 yıl önce "susmayacağız" dedik ama 21 yıl oldu failleri hâlâ dışarıda, bizler hâlâ suskunuz... 
Hatta öyle ki dava zaman aşımına uğramak üzere. 
Kaybettiğimiz değerleri bir bir unutmaya yüz tuttuk. Verdiğimiz sözler birer birer unutuldu tarihin sayfalarında... 
Yeni düzene, yeni hayata uyum sağlamak için geçmişimizdekileri unuttuk. 
Geçmişle yüzleşmeden, onu aydınlatmadan bugünün ve yarının üzerine güvene dayalı hiçbir şey oturtamayız. 
Biz Türk halkı olarak bunu atladık...
Ölü evlerinden farksız yaşamları, sevgilinin burnunu çekişini, anaların duasını, babaların kahırlarını, çocukların babaları için ağlayışını ne çabuk unuttuk... 
Hrant Dink'ler, Bahriye Üçok'lar, Abdi İpekçi'ler, Ahmet Taner Kışlalı'lar... 
Hep susmayacağız dedik ama sustuk, sadece öldürülüşlerinin yıldönümlerinde hatırlıyoruz onları...
Şimdi soruyoruz: 
“Uğur Mumcu’yu kim öldürdü?..”










Gördüm gördüm... Hepinizi rüşvet alıp verirken,
yolsuzluk, hırsızlık yaparken gördüm...





















* 35'LİĞİ takip eden, başta Türkiye olmak üzere; Amerika, Almanya, Avusturya, Avustralya, Arnavutluk, Azerbaycan, Arjantin, Belçika, Belarus, Birleşik Arap Emirlikleri, Bulgaristan, Bosna Hersek, Cezayir, Çin, Danimarka, Ekvador, Fransa, Finlandiya, Güney Afrika, Güney Kore, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Hollanda, Hırvatistan, Irak, İngiltere, İspanya, İsviçre, İsrail, İsveç, İtalya, Japonya, Kanada, Katar, Kazakistan, Kenya, Kosta Rika, Kuveyt, Makedonya, Malta, Malezya, Libya, Litvanya, Nijerya, Norveç, Özbekistan, Pakistan, Portekiz, Polonya, Rusya, Sırbistan, Singapur, Suudi Arabistan, Tayland, Ukrayna, Venezuela, Vietnam ve Yunanistan'da yaşayan ve de yazılarıyla katkı koyan, önerilerini paylaşan tüm dostlarımıza teşekkür ederiz…

Not : Bu veriler, Blogspot'un kontrol panelinden aktarılmıştır...



Yorum, istek ve önerilerinizi yazabilir, 
paylaşabilirsiniz...




altay@vecdialtay.net








BU SİTE, BASIN ETİK YASASINA, ÇOCUK, KADIN, İNSAN VE 
HAYVAN HAKLARINA UYMAYI TAAHHÜT EDER...

BU SİTEDE YAYINLANAN YAZILARI PAYLAŞABİLİR, 
ALINTI YAPABİLİR VE KULLANABİLİRSİNİZ...


23 Ocak 2014 Perşembe

Uğur Mumcu...













HER kim ki din sömürüsünü kullanır, bir süre yararlı olur belki, ama sonunda mutlaka seçim sandığında yenilgiye uğrar. Halk, din sömürüsünü affetmiyor. Bu son derece önemli bir sonuç, olgu ve gerçektir...
Uğur Mumcu





Yaşasaydın, günümüzde hangisini yazacağına, inan karar veremezdin...



Uğur Mumcu...
Yarın, 24 Ocak...
Yani, Uğur Mumcu'nun aramızdan ayrılışının 21. yılı...
Yani, bizim için acı ve hüzün,
Katledenler için utanç günü...
Evet, 24 Ocak 1993 yılı...
Bir Pazar günü aldılar bizden onu…
Bombaladılar, parçaladılar onu;
Din adına, rejim adına, hak adına akıllarınca…
Kendisi ile ilk kez, 1987 yılında bir araya geldim Dikili’de…
Dönemin Belediye Başkanı Osman Özgüven’in her yıl düzenlediği Kültür ve Sanat Festivali’nin 2.sine; Oktay Akbal, Jülide Gülizar, Teoman Erel, İlhan Selçuk, Sadun Eren, Duygu Asena, Işıl Özgentürk, Yalçın Pekşen, Bekir Yıldız, Reha İsvan, Deniz Türkali, Şükran Ketenci, Hikmet Çetinkaya, Gencay Şaylan, Ali Sirmen, M.Cevdet Anday, Refik Durbaş, Asım Bezirci, Edip Akbayram, Sadık Gürbüz, Rıfat Ilgaz, Muzaffer İzgü, Halit Çelenk, Erbil Tuşalp, Vedat Dalokay, Yeni Türkü, Muzaffer İlhan Erdost, Ahmet Telli ve Yavuz Top gibi isimlerin yanında, Uğur Mumcu da katılmıştı.
Değerli meslektaşım, ağabeyim Uğur Mumcu’yu aramızdan ayrılışının 21. yılında bir kez daha anarken, onunla, ölümünden 6 yıl önce, o dönemlerde yayınladığımız Temmuz Dergisi için gerçekleştirdiğim, sanat ve politika konulu bu söyleşiyi, yıllar sonra bir kez daha sizlere sunuyorum.
Dikkatle okuduğunuzda göreceksiniz ki, Turgut  Özal’ın başbakan olduğu dönemde söyledikleri, günümüzde bile hala geçerli.
İşte o söyleşi:
- Sayın Mumcu, sanatta politikayı, politikada sanatı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mumcu: Uygarlık, modern sınıfların eseridir. Sosyolojik açıdan modern sınıf diye burjuvazi ve proleterya diyoruz. Bunun dışında bir de sosyolojik olarak lümpenleşme denilen bir olgu vardır. Tabii ki insanlık bütün sanat ürünlerinin mirasçısıdır. Bu bakımdan sosyalist külür, burjuva kültürü iç içedir. Ve beş milyardan her biri bu kültür mirasının varisidir.
Politika, tabii ki, özellikle Türkiye’de alaturka özelliklerle gelişiyor. Ve Türkiye’de siyaset, bu modern sınıfların tekelinde değil. Sosyolojik olarak lümpenleşme olgusunun tekelinde politika…
Dolayısıyla görsel sanatlar başta olmak üzere, sanatın her türünde yabancı bir politika anlayışı var. Bu da Türk demokrasisinin modern sınıflar tarafından oluşturulmadığının bir sonucudur. Bu nedenle Türkiye’de sanat ve politika birbirine yabancı birer kavram gibi geliyor.
Türkiye’de bir de sosyaldemokrat akım vardır. Modernleşmeyi, çağdaşlaşmayı yakalamayı amaçlayan tam özdeşleşmemiş ama onu yakalamaya uğraşan bir akım…
Türkiye’de sosyalist ve burjuva kültürlerinin mirasçısı olmaya en çok, bu sosyaldemokrat akım denk düşüyor. Tabii Türkiye’de de vandalizm varken, şiir sanatında örneğin Nazım Hikmet’in şiirini söyleyemez sağ partililer. Abidin Dino’nun resimlerini sergileyemezler. Türkiye’de sağcı partilerin sanat anlayışları zaten yoktur. Ne özgürlük ne sanat…
Tamamen yalın kat, yüzeysel ve seçim yatırımlarına yönelik laflardan başka hiçbir olayı kavrayamazlar..
- Kesinkes sanatçı sanatı, politikacı politikası ile uğraşsın ayrımı yapılmalı mı sizce?
Mumcu: Olur mu öyle şey. Olmaz kesinlikle. Bunu hiçbir zaman kabul etmiyorum. Birbiri ile nasıl ayrım yapılabilir ki?
- Mevcut iktidarın kültür politikası hakkında neler söylersiniz?
Mumcu: Bu iktidarın kültür politikasını anlayabilmek için, sayın başbakanın 6x9’luk fotoğrafına bakmak yeterli bence…
- Teşekkürler sayın Mumcu
* * *
Şimdi sizleri, Uğur Mumcu’nun 25 Ağustos 1975 yılında yazdığı Sesleniş başlıklı yazısı ile baş başa bırakıyorum ve ‘ Unutmadık ki seni ‘ diyorum...
" Dağ gibi kara yağız birer delikanlıydık.
Babamız sırtında yük taşıyarak getirdi aşımızı ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken
bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı.
Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini, yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık...
Vurulduk ey halkım, unutma bizi.
Yoksulluğun bükemediği bileklerimize, çelik kelepçeler takıldı.
İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez.
İsteseydik, diplomalarımızı mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık.
Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık.
Yazlık kışlık katlarımız arabalarımız olurdu.
Yüreğimiz işçiyle birlikte attı, köylüyle birlikte attı.
Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma.
Bizleri yok etmek istediler hep,
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Fidan gibi genç kızlardık, hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı gözbebeklerimizden.
Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında,
işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik.
Direndik küçücük yüreğimizle,
Direndik genç kızlık gururumuzla tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi,
Taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi.
Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.
Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi.
Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti.
Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acınmaksızın.
Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha.
Cezaevlerine kitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk, vicdan sustu. Hukuk sustu. İnsanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Kanserdik; ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde.
Uydurma davalarla kapattılar hücrelere.
Hastaydık. Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki.
Bir bucuk yaşındaki kızlarımız öksüz bırakmazdık.
Önce, kolumuzu, omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti
olarak fırlattık attık önlerine.
Sonra otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı ecelsiz.
Öldürüldük ey halkım unutma bizi.
Giresun'daki yoksul köylüler, sizin için öldük.
Ege'deki tütün işçileri,sizin için öldük.
Doğu'daki topraksız köylüler, sizin için öldük.
İstanbul'daki, Ankara'daki işçiler, sizin için öldük. Adana'da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.
Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Bağımsızlık, Mustafa Kemal'den armağandı bize.
Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara.
Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler gizli emellerle, başımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler.
Amerikan üstleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.
Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi.
Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk, komünist dediler.
Ülkemiz bağımsız değil dedik, kelepçeyle geldiler üstümüze.
Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha da dik tutabilmekti çabamız.
Bir kez bile dinlemediler bizi. Bir kez bile anlamak istemediler.
Vurulduk ey halkım, unutma bizi.
Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. 
Bir kadın eline değmemişti ellerimiz.
Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha.
Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına.
Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç.
Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik, boynumuzu uzattık yağlı kementlere.
Asıldık hey halkım, unutma bizi.
Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olan bitenlere.
Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük.
Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, Batı uygarlığı adına, Bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi.
Bir gün, mezar taşlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi.
Bir gün, sesimiz hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi.
Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz ey halkım,
Unutma bizi.
Unutma bizi.
Unutma bizi.
Unutma bizi…
Evet Uğur ağabey,
Mezarlarınızda güller açtı
Unutmadık sizi,
Sesiniz kulaklarımızda yankılanıyor  
Unutmadık sizi,
Hepimiz özgürlüğe adanmış bir top çiçekleriz ve hep birlikteyiz artık
Unutmadık sizi,
Unutmadık sizi,
Unutmadık sizi.
SELAM OLSUN…





Mumcu ve Aksoy Anıldı...

Uğur Mumcu ve Muammer Aksoy, Avrupa'da da anıldı.
Törende bir konuşma yapan Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri Federasyonu
Genel Başkanı Dursun ATILGAN şunları söyledi:

31 Ocak 1990'da, ödünsüz ve yılmaz Atatürkçü; laiklik, özgürlük ve tam bağımsızlık aşığı Muammer Aksoy Hocamız, Ankara'da apartmanının girişinde hunharca katledildi. Bu cinayetle, Atatürkçü Düşünce Derneği'nin kurucu Genel Başkanı aramızdan bedenen alındı…
Uğur Mumcu 3 Şubat 1990'da Muammer Hocasının resmi elinde, onu son yolculuğuna uğurlarken, kaderin, üç yıl sonra , 24 Ocak 1993'te acımasız ağlarını onun için de öreceğini nereden bilebilirdi...
24 Ocak 1993'te Uğur Mumcu'nun arabasına yerleştirilen bomba, sadece onu değil, bizim yüreğimizi de parçaladı... Türk Basınının usta ve yiğit kalemi kırıldı o gün...
Muammer Aksoy'dan sonra, Atatürkçü Aydınlanmanın güçlü bir ışığı daha söndürüldü...
Muammer Aksoy'un ve Uğur Mumcu'nun dayanılmaz acıları elbette alışabilecek acılar değildir.

Ancak, bizler ağlamakla, sızlamakla neyi değiştirebiliriz ki?
Bu gerçeğin bilincinde olmak zorundayız...

***


En önemli görevimiz önce şu soruları sormak ve her fırsatta yinelemektir:
Niçin öldürüldü bu aydınlarımız?
Suçu neydi bu aydınlarımızın?
Kimlerdi bu kanlı eylemi yaptıran ve yapan alçaklar?
Neden bu kadar yıl geçmesine karşın yakalanamadılar?

Onların suçu çoktu:
Doğruyu söyleyip, doğruyu yazıyorlardı...
Cumhuriyetçi demokrasiyi, özgürlüğü, laikliği savunuyorlardı...
İnsan hak ve özgürlüklerinden kesinlikle ödün vermiyorlardı...
Atatürk devrim ve ilkelerine sahip çıkıp, savunuyorlardı ve de asla ödün vermiyorlardı...
Hangi yönden gelirse gelsin, teröre ve teröriste karşı çıkıyorladı...
Hukuku çiğneyenlere karşı duruyorlardı...
Çetecilere, vurgunculara, soygunculara, dini siyasete alet edenlere karşı amansız mücadele veriyorlardı...

Burada bir parante
z açıp, şunları anımsatmak istiyorum:
Uğur Mumcu bütün cinayetlerin, suikastların, silah ve uyuşturucu kaçakçılığının, soygunculuğun, vurgunculuğun üzerine ısrarla gider, her olayın  aydınlanmasını isterdi.
Ve başarılı olurdu. Ama, kendisine yapılan kanlı saldırı aydınlatılamadı.

Özellikle 55. hükümetin en yetkili ağzından yapılan açıklamalarda, ÇETE TERÖRÜ / İRTİCA TERÖRÜ / BÖLÜCÜ TERÖR / ETNİK TERÖR v.b. sık sık dile getirildi.
Bunların devlet organlarında yuvalandığını haber veren de, Susurluk olayından yıllarca önce, Susurluğu haber veren de Uğur MUMCU değil miydi..?
***
VE UĞUR MUMCU YAZIYORDU:
"Ve bizler, ilerici Türk aydınları,
31 mart'ın ağzı salyalı gericilerine yenilmedik, onları yendik...
Kurtuluş Savaşı'nda emperyalist güçlere ve iç hainlere karşı Kuvay-ı Milliye olduk,
onları yendik...
27 Mayıs öncesi bir avuç inançlı gençtik, yenilmedik, yendik...
12 Mart'ta diz çökmedik...
Ve şimdi bir aydın ordusuyuz...
Bu teröre, bu kanlı silahlara karşı, o yenilmez tek güç olan halkla beraber, tek yumruk,
tek yürek olarak dimdik duracağız...
Ve çünkü, biz biliriz ki cesur bir kez, korkak ise bin kez ölür.."

VE MUAMMER AKSOY YAZIYORDU:
"Hem ulusal egemenliğin ve cumhuriyetin yürütülmesi ve sürdürülmesi,
hem de uygar dünya ile aramızdaki büyük açığın giderilmesi,
kısacası, yeni Türk Devleti'nin, çağdaş (durmadan değişen, zamanın gereksinimlerine ayak uyduran) yaşama gücünü tazeleyen bir devlet olarak kalabilmesi, akıla ve bilime dayanan laik bir devlet ve hukuk düzeni kurulmadıkça olanaksızdır."
***

Saygıdeğer Atatürkçüler...
Biz bu Atatürkçü Aydınlarımızı elbette ve asla unutmayacağız, ama ağıt da yakmayacağız. Ancak, dünyanın neresinde olursak olalım, onların söylemleri bizim de söylemimiz,
onların eylemleri bizim de eylemimiz olacaktır...

Bu bilge ve yiğit aydınlarımızı, yılmadan usanmadan, Atatürkçü Düşüncenin Ödünsüz Savunucuları olarak, hem kafalarımızda ve gönüllerimizde yaşatacağız hem de her fırsatta gündeme getirerek, unutturmayacağız... 







* 35'LİĞİ takip eden, başta Türkiye olmak üzere; Amerika, Almanya, Avusturya, Avustralya, Arnavutluk, Azerbaycan, Arjantin, Belçika, Belarus, Birleşik Arap Emirlikleri, Bulgaristan, Bosna Hersek, Cezayir, Çin, Danimarka, Ekvador, Fransa, Finlandiya, Güney Afrika, Güney Kore, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Hollanda, Hırvatistan, Irak, İngiltere, İspanya, İsviçre, İsrail, İsveç, İtalya, Japonya, Kanada, Katar, Kazakistan, Kuveyt, Makedonya, Malezya, Libya, Litvanya, Nijerya, Norveç, Özbekistan, Pakistan, Portekiz, Polonya, Rusya,Sırbistan, Singapur, Suudi Arabistan, Tayland, Ukrayna, Venezuela, Vietnam ve Yunanistan'da yaşayan ve de yazılarıyla katkı koyan, önerilerini paylaşan tüm dostlarımıza teşekkür ederiz…



Yorum, istek ve önerilerinizi yazabilir, 
paylaşabilirsiniz...




altay@vecdialtay.net








BU SİTE, BASIN ETİK YASASINA, ÇOCUK, KADIN, İNSAN VE 
HAYVAN HAKLARINA UYMAYI TAAHHÜT EDER...

BU SİTEDE YAYINLANAN YAZILARI PAYLAŞABİLİR, 
ALINTI YAPABİLİR VE KULLANABİLİRSİNİZ...