Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

13 Mart 2014 Perşembe

Geleceğimizi Çaldılar...









Geleceğimizi çaldılar...


28 Kasım 2013 tarihinde yayınladığımız, “Hırsızların esas çalmak istediği vatan ve cumhuriyet” ile,
30 Ocak 2014 tarihinde yayınladığımız “Sorunun temeli”
Başlıklı yazılarımızda, Balyoz Davası tutuklularından Kurmay Albay Utku Arslan’ın mektuplarını ve eşi Işılay hanımla gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi yayınlamıştık.
Bugün ise, yine Balyoz Davası tutuklarından, 16 yıla mahkum olan Amiral Turgay Erdağ’dan ve eşi Müge hanım’ın anlattıklarından bahsedeceğim.
Ergenekon veya  Balyoz davalarında tutuklanan asker eşlerinin gerçekleştirdiği çalışmaları yakından biliyorsunuz. Onların, “Vardiya Bizde” ve “Sessiz Çığlık” eylemleri, toplumun dikkatini çeken eylemler… Bu eylemlerin en büyük özelliği ise, tutuklu eşlerin birbirlerine sahip çıkması ve ortak hareket etmesi…
İşte bu dayanışma örneklerinden birini daha gördüm ve yaşadım…
Beni; adı basında pek yer almayan, bir başka değişle belki de pek popüler(!) olmayan Amiral Turgay Erdağ’ın eşi Müge hanım ile, aynı davanın tutuklularından Kurmay Albay Utku Arslan’ın eşi Işılay hanım, tam da Berkin Elvan’ın aramızdan ayrıldığı günün öğle saatlerinde bir araya getirdi.

Müge ERDAĞ ve Işılay İpek ARSLAN ile birlikte... (11 Mart 2014)

Turgay Silivri’de, Utku ise Mamak’ta yatıyor. Görev nedeniyle de olsa, hiçbir ortamda bir araya gelmemişler, birbirlerini de hiç tanımıyorlar ama, her ikisi de balyoz davası tutuklusu
Eşleri, eylemler sırasında tanışmışlar. Yani, onların da eşleri gibi önceden bir tanışma durumu söz konusu değil ama, ortak noktaları, bu vatan için çalışmış olan Mustafa Kemal’in askerlerinin eşleri olmaları…
Turgay da Utku gibi, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından “Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekili Heyeti'ni cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmeye teşebbüs” iddiasıyla yargılandı  ve mahkumiyet cezaları Yargıtay tarafından onaylandı. 
Tıpkı, diğer 163 kişi gibi…
2010 yılında, İskenderun Deniz Üs Komutanıyken tutuklanan Turgay, 17 gün sonra serbest bırakıldı. Yeniden görevinin başına dönen ancak aynı yılın temmuz ayında iddianamenin kabul edilmesiyle birlikte 102 kişilik yakalama listesinde yer aldı. Yakalama kararının kaldırılmasıyla Ağustos ayında Ankara Sahil Güvenlik Komutanlığı Kurmay Başkanı olan Turgay, 11 Şubat 2011 günü tutuklanır ve Hasdal Cezaevi’ne konulur. Bir yandan mahkemeler devam ederken Turgay, 2011 yılının kasım ayında Hadımköy’e nakledilir ve 2012 yılında da emekliye sevk edilir. Turgay halen, Silivri 5 no’lu cezaevi C-4 koğuşunda, aynı davadan tutuklanan Hayri Güner, Mustafa Karasabun, Taner Balkış ve Lütfü Sancar ile aynı kaderi paylaşıyor, yaşıyor...
Turgay’ın Ege adında bir oğlu var. Ege’nin dünyaya geldiği tarih ise, 17 Ağustos 1999 depreminden hemen sonra. Ve ne tesadüftür ki Turgay, oğlunun doğum günü olan 18 Ağustos 2011 tarihinde de ilk savunmasını yapıyor…
İşte Turgay’ın; duvarlarında “Adalet mülkün temelidir” sözünün yazılı olduğu mahkeme salonunda, devletin temelinin adalet olduğunu kavrayamayan hakimlere, savcılara karşı yaptığı savunmasının tam metni:
* * *
“…Yargılandığımız davaya esas olan iddianame, sahte CD’ler ve içeriği esas alınarak düzenlenmiştir.
Soruşturma aşamasında savcılar lehte deliller elde etmelerine rağmen bunları saklamışlar ve tam tersi anlamlar içerecek şekilde aleyhimize tespitler olarak iddianameye ithal etmişlerdir.
İddianame taraflıdır, somut hiçbir delil içermemektedir, kendi içinde tutarsızdır, hukuk ilkelerine aykırı mütalaalara ve Aristo mantığına dayandırılmıştır.
“Askerler darbe yapar, bunlar da asker, öyleyse bunlar da darbe planlamış olabilirler” mantığı yanlıştır, bir ceza davasının şahsi olması ilkesine de aykırıdır.
Bu nedenlerle; İddianameyi, İddianamede belirtilen bütün suçlamaları, Polis tespit tutanaklarında belirtilen bütün değerlendirmeleri reddediyorum.
İddia makamının hiçbir yasal ve somut kanıtı yoktur. 
Soruşturma aşamasında / savcılıkta verdiğim ifadeyi kabul ediyorum.
Ben ismimin o dijital dokümanlara nasıl, kim ya da kimler tarafından yazıldığını bilmiyorum.
İddianamede iddia edildiği gibi MÜZAHİR PERSONEL HAZIRLANMASI İLE İLGİLİ KİMSEDEN BİR GÖREV ALMADIM, BÖYLE BİR GÖREV ALDIĞIMA VE BU GÖREVİ KABUL ETTİĞİME İLİŞKİN BİR DAVRANIŞIM YA DA İFADEM YOKTUR.
İddianamede belirtilen 115 kişilik LİSTEYİ BEN HAZIRLAMADIM.
Bu liste BENİMLE İLGİLİ BİR BİLGİSAYARDA HAZIRLANMAMIŞTIR, İDDİANAMEDE BU YÖNDE BİR TESPİT DE YOKTUR.
Listenin altında imza bölümünde ismim yazılı olmasına karşın İMZAM YOKTUR.
İddianamede de belirtildiği gibi DOKÜMANLARIN DİJİTAL YOLLARI ARASINDA BENİM ADIM YOKTUR.

İddia makamının bu konular ile ilgili BİR TEK hukuki delili de yoktur. 
Gölcük’te ve Eskişehir’de bulunduğu belirtilen dijital veriler kapsamında benimle ilgili ilave bir veri yoktur.
Polis tespit tutanakları ve soruşturma savcıları tarafından tamamen sahte ve dijital kurgu üzerine inşa edilmiş bu iddianamede belirtilen hususlar iddia makamı tarafından ispat edilmelidir,
Organize bir suç örgütü ürünü olan ve sadece sahte dijital verilere dayanan bu suçlamalar nedeniyle / şu anda bu konuşmayı yapmak zorunda kaldığım için üzüntü duyuyorum.
Bu davanın adını duyduğum Şubat 2010 tarihinden bu güne kadar birçok şey gördüm, birçok şey göremedim, birçok şeyi de görmeyi çok istedim. İzninizle bunları sizlerle de paylaşmak istiyorum.
Daha başlangıçta yani 25 Şubat 2010 tarihinde sorgu için Beşiktaş Adliyesine gelip soruşturma savcısının karşısına oturduğumda;
Bir plan olduğu iddia edilen kâğıtlar GÖRDÜM, ortada bir plan GÖREMEDİM.
İsmimim geçtiği söylenen bir kâğıt daha GÖRDÜM, bunun ciddiye alınacak bir yanını GÖREMEDİM.
Savcının benim hazırladığımı söylediği bir liste GÖRDÜM. Savcıya “Bunu benim hazırladığımı nereden anladınız?” diye sordum, “Altında adınız yazılı.” dedi. “İmzam var mı? GÖREMEDİM” dedim. “Ne imzası, yazılı bir kâğıt bile bulamadık her şey dijital.” dedi. Ben ortada belge falan GÖREMEDİM. Savcının odasında bana herhangi bir bilgi verilmedi dışarıda beklemeye başladım, bazı televizyon kanallarının alt yazılarında “Tutuklanma istemiyle mahkemeye sevk edildiğimi” GÖRDÜM.
Sabaha karşı çıkarıldığım mahkemede yargıç kararı yüzüme karşı söylemedi, mahkeme salonu dışında beklerken bazı televizyonların alt yazılarından kararı GÖRDÜM. Tutuklanmışım. Mahkemenin verdiği kararı sonradan bir kâğıt üzerinde GÖRDÜM. O ana kadar kimler hakkında dava açılacağına, kimlerin tutuklanacağına ilişkin kararların bazı televizyon kanalları tarafından verildiğini düşünüyordum.
Beşiktaş Adliyesinde o gün hukuku aradım GÖREMEDİM./ Mış gibi yaşamaya mecbur bırakılan güzel ülkemde hukuk varmış gibi tutuklandım, oysa hukuk askıya alınmıştı, çevreme bakındım ortada askeri bir darbe falan da GÖREMEDİM.
Temmuz 2010’da iddianamenin kabulü ile birlikte 102 kişi hakkında yakalama kararı çıktı. Yalnızca ben değil neredeyse bütün ülke bu kararda sadece hukuka değil, kanuna da uygunluk aradı, GÖREMEDİ.
11 Şubat 2011 gecesi eşi benzeri zor bulunan hukuksuzluk örneği bir toplu tutuklama kararı ile tekrar tutuklandık. Bu kararda da hukuku aradım GÖREMEDİM, insan hakları aradım GÖREMEDİM.
Ben ne soruşturma ne de kovuşturma aşamasında hukuku henüz GÖREMEDİM.
GÖRDÜĞÜM şeyler de var elbette.
Soruşturma savcılarının sadece bizleri suçlayacak bilgilere itibar ettiklerini, lehte delilleri görmezlikten geldiklerini, lehte delil içeriklerini aleyhte anlam ifade edecek şekilde iddianameye yazdıklarını GÖRDÜM.
Ekleri ile birlikte binlerce sayfalık iddianamenin çok kısa bir sürede yargıçlar tarafından okunup kabul edildiğini GÖRDÜM.
Mahkeme başkanının davanın başlamasına iki gün kala değiştirildiğini GÖRDÜM.
Tutuklama kararı verilirken mahkeme salonunda yan yana oturduğumuz insanlar hakkında kaçak muamelesi yapılarak yakalama kararı verildiğini GÖRDÜM.
Yakalama kararı verilen o insanların kendilerini tutuklatabilmek için nasıl günlerce mücadele verdiklerini ve tutuklanmayı başardıktan sonra nasıl rahatladıklarını GÖRDÜM.
Yargılama sürecinde delillerin savunma tarafına ısrarla verilmediğini GÖRDÜM.
25 Şubat gecesi de 11 Şubat gecesi de tutuklandığımızda kararı bir hukukçu olarak içine sindiremeyen ve “Çok ağırıma gidiyor” diyerek ağlayan, “hukuka inançlarının kalmadığını” üzgün sözlerle söyleyen avukatlar GÖRDÜM.
Çocuklarına ve anne babalarına morali ve sağlıkları bozulmasın diye tutuklu olduklarını, hapiste olduklarını aylarca söylemeyen onurlu askerler GÖRDÜM.
Babalarını göreve uğurlarken anlayışla davranan ama hapishanedeki açık görüşlerden sonra onların kucağından ayrılmakta zorlanan asker çocuklarını GÖRDÜM,
Onurlu asker ailelerinin gözyaşlarının birbirine karıştığını GÖRDÜM.
Kapalı görüşte çok sevdiği babasına dokunmak isteyip elini ona uzattığında eli aradaki soğuk cama çarpan, camın bir köşesine başını yaslayarak hıçkıra hıçkıra ağlayan 10 yaşındaki OĞLUMU GÖRDÜM.
Bir yıl sonra oğlumun “Baba aksi ispat edilene kadar herkes Balyoz sanığıdır” özdeyişini geliştirdiğini / GÖRDÜM.
Genelkurmay Başkanının Yüksek Askeri Şura toplantısından iki gün önce Şu anda 173’ü muvazzaf, 77’si emekli olmak üzere 250 general-amiral, subay, astsubay ve uzman jandarma çavuş, hürriyetlerinden yoksun olarak tutuklu bulunmaktadır… Tutuklamaların evrensel hukuk kaidelerine, hakka, adalete ve vicdani değerlere uygun olarak yapıldığını kabul etmek, birçok hukukçunun da ifade ettiği gibi mümkün değildir. diyerek istifa ettiğini GÖRDÜM.
Ne yazık ki mahkeme heyeti gördüklerimin ve göremediklerimin artık telafisi de MÜMKÜN DEĞİLDİR.
Bir de görmek istediklerim var;
Mahkemenin benim de mahkemem olduğuna ilişkin bir uygulamasını GÖRMEK İSTİYORUM.
Savcılarının benim de savcılarım olduğunu anlayacağım bir uygulamasını GÖRMEK İSTİYORUM.
İnsanı insan yapan vicdan denilen şeyi GÖRMEK İSTİYORUM.
Her mesleğe başlarken edilen yeminler vardır, hukukçuların da böyle bir yemini olduğunu sanıyorum, bu yeminin gereğini GÖRMEK İSTİYORUM.
BEN 10. MAHKEME HEYETİNDEN BİR TEK ŞEY TALEP EDİYORUM.
Adına yargılama yaptığınızı belirttiğiniz yüce Türk Ulusu adına, hukuk adına, cesaret.
Hukukun sadece kanunları yorumlama meselesi değil aynı zamanda bir cesaret ve yürek işi olduğunu değerlendiriyorum.
Mahkemeler hiç bir kurum, dogmatik inanç, siyasi hareket, baskı ve tehdidi altında olamaz.
Baskı mahkemenin dışından olabileceği gibi yargıç ve savcıların kendi iç değerler ve inanç sistemlerinden kaynaklanıyor da olabilir.
Kaynağı nereden olursa olsun her türlü baskıya ve zorlamaya karşı
Türk Silahlı Kuvvetlerinde istenmeyen subayların tasfiyesi ve bazı subayların terfi ettirilmesi amacıyla hukukun bir araç olarak kullanıldığı kuşkusundan kurtulabilmemiz için,
Uygar ülkelerde tek başına hukuki bir kanıt olarak kabul edilmemesine rağmen sadece dijital verilerle her vatandaşının suçlanıp yargılanabildiği, hatta tutuklanabildiği melez demokrasiye sahip bir ülke olma utancından kurtulabilmemiz için,
Şu anda salonda bulunan ve yaşamında ilk kez bir mahkeme gören 12’nci yaş gününü biraz sonra duruşma arasında bu salonda kutlayacağımız oğlumun da, güzel ülkemizin geleceği diğer bütün çocuklarımızın da kinden, nefretten, düşmanlıktan, öç alma duygusundan uzak, birinci sınıf bir ülkede, gerçek bir demokraside, özgürlük içerisinde, bir hukuk devletinde, ülkesine ve devletine güvenerek büyüyebilmeleri için,
Cesaret talep ediyorum mahkemenizden. Bedeli ne olursa olsun, CESARET…”
* * *
Evet, Turgay, her ortamda darbelere karşı olduğunu ifade eder ama, bu arada da, imzası olmadığı halde iddianameye konulan Müzahir Personel Listesi’ni hazırlamakla suçlanır…
Mustafa Kemal’in askeri olan Turgay’ın, tutuklanma kararından sonra askerler eşliğinde İstanbul Harbiye Orduevi’ne eşyalarını almak üzere getirilişinden ve hapishaneye konuluşundan günümüze üç yıl geçti.
Şiirler yazan, resimler yapan Turgay’ın, aksilik olmaz ise, şimdilik adı “Sözümü Tutuyorum” adlı kitabı, nisan ayında çıkacak. Vatan savunması kadar, sanata da önem ve değer veren Turgay’ın, biricik oğluna doğum gününde yazdığı şiiri paylaşmak istedim:
 “…Hoş geldin Ege, hoş geldin oğlum. 
Bir kez daha doğum gününde hoş geldin
Hasdal’a, Hadımköy’e, Silivri’ye.
Çok değil on üç yıl önce bindokuzyüzdoksandokuzun
on sekiz ağustosunda bize sunulan bir armağansın
on binlerce acının arasında.
Sonra, çok değil altı yılda Beykoz’da, Beylerbeyi’nde,
Altınova’da, geldin okul çağına.
Sonra, çok değil yedi yılda baba mesleğinin peşi sıra
sen de dolaştın beş şehrin beş okulunda.
Çok değil iki yıl önce hayallerimiz vardı seninle,
yeşil ve mavinin arasında görülmeyen güzelliklerin peşinde.
Çok değil iki yıl önce sürerken hayallerimizin izini
soğuk bir şubat gecesi tanıdın faşizmin ve hukuksuzluğun dehşetini.
Çok değil iki yıl önce yağışlı bir mart gününde
tanıştın işkence ile babanı bir camın ardında
görmene izin verdiklerinde.
Çok değil bir buçuk yıl önce
aranızda demir parmaklıklar
kucaklamak için uzattığında baban ellerini
anlamıştın sen hissettiği çaresizliği.
Çok değil bir yıl önce yine doğum gününde
ürkerek gelmiştin Silivri’ye
babanın konuşmasını dinlemeye.
O gün, eğilmeden, bükülmeden
insanlığı ve hukuku
ve nasıl yargıç olunuru anlattı baban onlara,
orada yargıç olarak oturanlara.
Çok değil on üç yılda
çok şeyler öğrendin oğlum, doğruyu ve yalanı,
sadakat ve ihaneti, adaleti ve işkenceyi,
sevgiyi ve kini, yobazlığı ve bilimi,
korkuyu ve cesareti,
Atatürk’ü ve devrimlerini.
Çok değil on üç yılda insanları tanıdın oğlum,
büyüğü ve küçüğüyle, korkağı ve cesuruyla,
dindarı ve yobazıyla, soylusu ve soysuzuyla.
Çok değil birkaç yıl sonra kaldırıp yavaşça başını
bakarak geleceğe umutla çizeceksin yaşamının rotasını.
İşte o zaman, her şeye rağmen oğlum, unutmayacaksın; Özgür olacaksın;
hiç kimsenin ve hiçbir düşüncenin esiri olmayacaksın.
Adil olacaksın; kimsenin hakkını yemeyecek kimsenin hakkının yenmesine
razı olmayacaksın.
Bilgili olacaksın; bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayacaksın.
Paragöz olmayacaksın; paranın ve eşyaların seni değerli kılmasına hoş bakmayacaksın.
Sevgi duyacaksın insanlara, hayvanlara, doğaya
Üzüleceksin kalbinde sevgi olmayanlara.
Umudunu yitirmeyeceksin, gücün tükenip yere serilsen bile
yenilmeyeceğini bileceksin umudun olduğu sürece.
Dinleyeceksin insanları,yargılamayacaksın, herkesin bir hikâyesi olduğunu
anlamaya çalışacaksın.
Yani, insan olacaksın her şeyden önce,
en zor şeydir insan olmak, insanın değerinin olmadığı yerde.
Başarabilirsek insan olmayı görecek güzel günler var daha
hem senin hem ülkemin çocukları için.
Bizim canımız yanıyorsa bugün işte hepsi bunun için.
Sevgili oğlum, çok değil on üç yıldır,
Sen bizim en sevdiğimizsin.
Çok değil sonsuza kadar,
Sen bizim en sevdiğimiz kalacaksın.
Doğum günün kutlu olsun…
17 Ağustos 2012-Hadımköy”
* * *
Turgay, asker eşlerinin eylemlerini de yakından takip eder ve onları yüreklendirir. İşte bir sessiz çığlık eyleminde okunan mesajı: 
“… Karanlık bir dönem bu... Hapishaneler dolu...
Koridorlarda görüyorum bazen. Ülkemin eğitimsiz ve suça itilmiş gençleri... Kolay para kazanma arzusu, memleket gerçekleri... Hırsızlık, gasp, dolandırıcılık, cinayet. Ve sonuç hapishane...
Koridorlarda görüyorum bazen. Ülkemin eğitimli insanları. Bin bir uğraş ve emekle geliştirmişler kendilerini; Bilim insanları, yazarlar, gazeteciler, amiraller, generaller, subaylar. Ve sonuç hapishane... Koridorlarda göremiyorum onları. Yalancılar, namussuzlar, kişisel çıkarları için insanlığını satanlar. Onlar her yerdeler!...
Karanlık bir dönem bu. Hukuk yok, adalet yok, eleştiri yok, özgürlük yok, çağdaşlık yok, barış yok... Sanal bir gerçeklik içinde yaşıyor halkım. Sesini çıkarmazsa kimsenin kendisine dokunmayacağını sanıyor. Korkuyor çocuklar. Korkuyor gençler. Korkuyor erkekler. Korkuyor askerler. Korkuyor işadamları. Korkuyor hukukçular. Korkuyor siyasetçiler. Korkuyor gazeteciler. Korkuyor sanatçılar.
Fakat korkmadı bizim kadınlarımız. Bütün zor yaşantımıza ses çıkarmadan katlanan kadınlarımız biz hapishanelere düştükten sonra elleri ile toprağı iterek ayağa kalktılar ve YETER ARTIK! dediler.
Biz dünyaya gözümüzü açtığımızda, sizi gördük. Karnımız acıktı, siz doyurdunuz. Korktuk, siz kucakladınız. Okuma yazmayı, siz öğrettiniz.
Asker olduk, gözyaşlarınızı bize göstermeden akıttınız. Yıllarca ihmal ettik sizi, göreviniz bizden önemlidir dediniz. Hapishanelere doldurulduk hepimiz, bizim için ayağa kalkan yine siz. Yüreklerimiz daha da kuvvetli çarpıyor bugün, içimizdeki en büyük sevgi sizsiniz.
Yaşadığımız bu karanlık içerisinde hem aydınlık hem de sıcaklık veren birer ışıksınız hepiniz. Ülkemize ve ulusumuza layık görülen karanlığın sizin ışığınıza dayanamayacağını biliyorum. Aslında karanlık yoktur biliyorsunuz, sadece IŞIKSIZLIK vardır.
Sizleri çok seviyoruz, özgür günlerde görüşebilmek umuduyla saygılar, sevgiler sunuyorum.
29 Kasım 2012…”
* * *
Turgay’ın eşi Müge de asker kızı. Askeriyede çalışmış ve eşiyle de böylesi bir ortamda tanışmış. Tüm yaşananların ve olanların farkında ve de dimdik ayakta. Oğluna hem analık, hem de babalık yapıyor.
11 Şubat 2010 da Turgay tutuklandığında, her eş gibi elbette ki üzülüyor ama, ertesi gün de İstanbul’da düzenlenen eyleme katılıyor.
“Ben tutuklanmalarına hiç ihtimal vermiyordum…” diyen Müge hanım, günümüzden de, gelecekten de umutlu.
Ergenekon gibi Balyoz davasının da çökeceğine emin olan Müge hanım’ı dinliyoruz:

“…Bu kabus, bir telefon ile başladı. Yakın bir arkadaşımız beni arayarak “Müge, televizyon da Turygay abi’nin adı geçiyor. Gözaltına alınmış” diyordu. Nasıl olabilirdi? Daha yarım saat önce konuşmuştuk ve ertesi gün verecekleri denetlemeye hazırlanıyorlardı. Hemen eşimi aradım, emir astsubayı çıktı, “biz de anlamadık ama televizyon da komutanımın ismi geçiyor” dedi. Çalan telefonlar, daha biz ne olduğunu anlayamamışken, arayan dostlarımıza ne olduğunu anlatmaya çalışıyorduk. Bir yanlışlık var diye düşünüyorduk…
Böylece süreç başlamış oldu. Beşiktaş adliyesinde sabahlara kadar süren soruşturmalar, arkasından sabaha karşı verilen tutuklama kararları, tutuklamalar, tahliyeler, iddianamenin kabul edilmesi, yakalama kararları, mahkemenin başlaması, iddianamenin okunması ve savcı mütalaası sonrası 11 Şubat 2011 günü tekrar tutuklama kararı. Hafızamdan hiç silinmeyecek olan,  “mahkeme salonunda eşlerimiz ile bizim aramıza getirilen jandarmalar”, mahkeme salonunun, sanki kaçacaklar gibi kilitlenmesi ve kulağımdan hiç gitmeyecek olan Jandarma komutanının sesi: “bu kapıları kim kilitledi?” Evet, üstümüze kapılar kilitlenmişti.
Aradan üç sene geçti. Mahkemeler boyunca hep adalet aradık. Yargıtay sürecinde adalet bekledik. Şimdi sıra Anayasa Mahkemesinde. Hala adalet arıyoruz. Sadece bizim dava ile ilgili olarak adalet aramıyoruz. Bütün davalar için adalet diyoruz. Bizler eşlerimizin suçsuz olduğunu, bu davaların siyasi birer dava olduklarını çok iyi biliyoruz. Bizler her zaman eşlerimizin yanındayız. Onlar cezaevlerinde nasıl dik duruyorlarsa bizler de aynı şekilde dik duruyoruz, durmaya da devam edeceğiz. Çocuklarımız babaları ile gurur duyuyorlar.  Anneler babalar evlatları ile gurur duyuyorlar.
Bu süreç içinde zor günler geçirdik, hala da geçiriyoruz. Hastalananlar oldu. Acı kayıplarımız oldu. Oğullarına hasret giden anneler, babalar oldu. Çocuklarına son bir kez sarılamadan, öpemeden onları kaybeden tutuklu babalar oldu. Hukuksuzluğa dayanamayarak aramızdan ayrılan arkadaşlarımız oldu. Büyük üzüntüler yaşandı. Hiçbir şey onları geri getiremeyecek. Ama bizler bu hukuksuzluğun bir gün biteceğine inanıyoruz. Suçsuz olan tüm insanların en kısa zamanda özgürlüklerine kavuşacaklarına ve gerçek suçluların cezalarını çekeceklerine inanıyoruz. Çocukların babalarına, ana babaların evlatlarına ve bizlerin de eşlerimize kavuşacağımız günlerin yakın olduğuna inanıyorum.
Eşimin deyimiyle; bizlerden çalınan umudun, hoşgörünün, insan sevgisinin, barışın, dostluk ve kardeşliğin aydınlık ülkeme geri verilmesini diliyorum...”

SON SÖZ: Gerek Ergenekon, gerek Balyoz gibi davalarda, sahte belge ve evraklara, yalancı ve sahte şahitlere dayandırılarak mahkumiyet verilen ve yıllardır hapishanelerde yatan her birinin ayrı ayrı hikayesi var.
Gerçek olan şu ki, her biri çeşitli adlarla adlandırılan davaların hiçbiri, kağıtta yazılı olsa da gerçekte ve halkın vicdanında  yoktur.
Kin, nefret duygularıyla bu ülkeyi yönetenler ne yazık ki insanlıktan nasibini almamışlardır. Vicdanları yoktur. Beyinleri gibi, yürekleri de kapkaradır.
Hakimleri, savcıları, HSYK'yı kendine başlayanlar, onlara demokrasi dışı bir anlayış ile talimat verenler, demokrasiden bahsedemezler.
Silivri'de insanlık ve halk kazanmıştır.
Kaybolan ise adalettir, hukuktur...
Mahkumiyet kararlarını verenler biliniz ki, 
Bugünler onlar için onur günleridir...
Onların, suçsuz oldukları anlaşıldığı ve
Birer birer tahliye edildiği günler ise
Sizler için utanç günü olacaktır...
O günler de yakındır...






* 35'LİĞİ takip eden, başta Türkiye olmak üzere; Amerika, Almanya, Avusturya, Avustralya, Arnavutluk, Azerbaycan, Arjantin, Belçika, Belarus, Birleşik Arap Emirlikleri, Bulgaristan, Bosna Hersek, Brezilya, Cezayir, Çin, Danimarka, Ekvador, Endonezya, Fransa, Finlandiya, Güney Afrika, Güney Kore, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Hırvatistan, Hindistan, Hollanda, Irak, İngiltere, İspanya, İsviçre, İsrail, İsveç, İtalya, Japonya, Kanada, Katar, Kazakistan, Kenya, Kosta Rika, Kuveyt, Makedonya, Malta, Malezya, Mısır, Libya, Litvanya, Lübnan, Nijerya, Norveç, Özbekistan, Pakistan, Portekiz, Polonya, Rusya, Senegal, Sırbistan, Singapur, Suudi Arabistan, Tayvan, Tayland, Ukrayna, Venezuela, Vietnam ve Yunanistan'da yaşayan ve de yazılarıyla katkı koyan, önerilerini paylaşan tüm dostlarımıza teşekkür ederiz…

Not : Bu veriler, Blogspot'un kontrol panelinden aktarılmıştır...



Yorum, istek ve önerilerinizi yazabilir, 
paylaşabilirsiniz...
Eğer yorumunuzu yazdığınız halde
gönderemiyorsanız veya teknik arıza çıkıyorsa,
lütfen, altay@vecdialtay.net mail adresine
mail gönderiniz...




altay@vecdialtay.net








BU SİTE, BASIN ETİK YASASINA, ÇOCUK, KADIN, İNSAN VE 
HAYVAN HAKLARINA UYMAYI TAAHHÜT EDER...

BU SİTEDE YAYINLANAN YAZILARI PAYLAŞABİLİR, 
ALINTI YAPABİLİR VE KULLANABİLİRSİNİZ...







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder