Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

10 Şubat 2014 Pazartesi

Düşünceye Sansür...












BİZİ yok edecekler şunlardır: İlkesiz siyaset, vicdanı sollayan eğlence, çalışmadan zenginlik, bilgili ama karaktersiz "İnsan" insanlar, ahlâktan yoksun bir iş dünyası, insan sevgisini alt plana itmiş bilim, özveriden yoksun bir din anlayışı...
Mahatma Gandhi





Düşünceye sansür…

SANSÜR, bilindiğiniz gibi "Censure" yabancı kö­kenli bir sözcük olarak; denetleme, kontrol etme anlamıyla günlük yaşamımızda önemli bir yer edinmiştir.
Kimi, kime karşı... Kim niçin denetleniyor?
Kitaplar, filmler, kartpostallar, dergiler, bildiriler, kasetler, afişler, mektuplar toplatılıyor, yasakla­nıyor veya yakılıyor.
Özellikle olağanüstü hallerde, bütün hak ve özgürlüklerin askıya alındığı dönemlerde ve ne yazık ki günümüzde de, sansürün baskıya dönüştüğü yasaklanan nesneyi kullanan, yayan ve kısacası alıp satan herkesin cezalandırıldığı ve özellikle yaratıcı, özgürlükçü düşüncenin hedef alındığı görülmektedir.
Çağdaşlaşmanın en belirgin özelliği olan iletişim araçlarının, denetim altında tutulması baskı rejim­lerinin en belirgin özelliğidir. İnsan haklarının çiğ­nenmesi, sömürünün, işkencenin ve baskının çoğalması bir oranda (psikolojik fenomen olarak) buyurucu yetkinin korkaklığını da yansıtmaktadır.
Tarihsel akış içinde insanın gelişimine karşı çıkan hakim sınıflar; direkt veya dolaylı olarak ezilen kitlenin aydınlanmasını, bilinçlenip hesap sormasını yasalarla "Sansür"ün dozajını ayarla­yarak geciktirmeyi başarsalar bile, çöküntülerini önleyememişlerdir. Tarih bu tür örneklerle doludur.
Bütün bu çağdışı uygulamalarda aydın, sanatçı ve ilerici düşünceyi savunanların hedef alınmaları; izlenip tutuklattırılmaları sürgüne gönderilmeleri ve gözetim altında bulundurulmaları sansür'ün en somut şekliyle Basın-Yayın ve üreticilerine yönelik olduğunu göstermektedir.
Bilindiği gibi "resmi Sansür"ün dışında, "geleneksel Sansür" de özellikle bizim gibi az gelişmiş olan ülkelerde bütün netliğiyle devam etmektedir. Etkin düşünce kendi yoz yapılanması dışında politik çıkarları için özellikle din, ahlak, gelenek-görenek ve töreler gibi tarihsel koşullan­dırmalar; her zaman ayakta tutmaya çalışmaktadır. Böylece insanın özgür davranışları kısıtlanmakta, kitlelerin denetim ve yönlendirilmesi miras sansürle sağlanmış olmaktadır.
"İç Sansür" dediğimiz, bireyin kendi kendine uyguladığı sansür ise, yaşanan koşullara ve ülkelere göre değişkenlik göstermektedir. Söz konusu kendi ülkemiz olduğuna göre yaşadıklarımızdan yola çıkarak bazı saptamalar yapabiliriz.
Günümüzde "psikolojik savaş"; bireyden bireye, ülkeden ülkeye yönetimlerden bireylere şeklinde sürmektedir.
Daha 12 Eylül’ün psikolojik yılgınlığını, karam­sarlığını atamayan; yakılan kitapların küllerini göz­lerinde taşıyan, işkence gören, ezilen ve horlanan bir kuşağın bireylerinde, genellikle hukuksal açı­dan savunma mekanizması rayına oturtulmadığı için, yaşanan ve duyusal algılanımlardan ötürü benlikte savunma veya korunma özelliği ön plana çıkar. Yani, toplum adına mücadele eden ve toplum tarafından sahiplenilmeyen benliklerin içgüdüsel olarak kendini koruması gelişme gösterir.
Gerekçesiz olarak evlerinden götürülen, işkence gören, hakkını savunamayan ve savunulmasına izin verilmeyen bireylerin, psikolojik olarak öz savunmaları suçlandıkları şeylerden kaçarak gelişir.
Günümüzde bile hala, İmza günlerine, söyleşi, panel ve konserlere video kamerasıyla gelen polis veya çevrede dolaşan yetkililer, bilinçli kitleye karşı "psikolojik saldırı"dan başka birşey değildirler.
Gizilce de olsa oradaki kitleye gözdağı vermek ve psikolojik sansürün bireyde eyleme geçmesini sağlamak için hazırlanmış oyunlardan biridir.
Bir başka sansür de; değişik kılıklar altında sür­dürülür. Örneğin basın-yayın ve birçok iletişim araçlarına sansür dedikleri çağdışı denetimler sürdüğü halde, kapanan bir dergi yerine iki dergi, toplatılan iki kitap yerine üç kitap vs. yayımlan­maktadır. Etkin düşünce bu kez sansürü daha değişik kılıflarla hem de sezinletmeden uygular. Kağıda zam yaparak; hem yayınların azaltılması, hem de okuyucunun alım gücünü aşan bir ederle satılmasını sağlamış olur. Böylece paylaşım sınırlaması getirilerek farklı boyutlarda, yani var olan sansürlere bir ek getirmektedir.
Dağıtımın tekelleşmiş olmasını da, bundan farklı düşünemeyiz…
Biz, insanın özgürce düşünmesi ve düşündüğünü hiçbir baskıya maruz kalmadan dile getirmesi, bas ve şiddet kullanmadan yaygınlaştırp tartışabilmesinden yanayız.
Çağdaş gelişmenin ve demokratikleşmenin ilk koşulu da budur.
Yani, sınırı insan kendisi belirler, katı bir sansür değil.
Konuşan, düşünen, düşündüğünü dürüstçe paylaşabilen güzel insanlar...
Neden olmasın ülkemizde...
Ama, bu iktidarla bunun olmayacağı, olamayacağı ne yazık ki tüm çıplaklığı ile karşımızda durmaktadır… 
Demek ki, durmak yok, yazmaya ve mücadeleye devam…


Değerli dostum Necati Abacı'yı, saygıyla anıyorum...


Yürekli insanlar korkmaz ve korkutmaz…

TBMM’de kabul edilen ve halen Cumhurbaşkanı onayında bulunan yasanın, kişilerin özel hayatına ve cumhuriyetle kazanılmış olan ve de bugüne kadar anayasa güvencesi altında bulunan haberleşme ile özgürlükleri engelleme konusunda iktidar, önemli adımlar atmaktadır.
Ülkemizde, ileri demokrasinin ve özgürlüklerin varlığından bahsedenlere, ne yazık ki güven kalmamıştır. İktidar ve üyeleri, devletin tüm olanaklarını kullanarak, halka adeta zulmetmektedir. Yasanın onaylanması demek, bedeller ödenerek kazanılan özgürlüklerin ve özel hayatın kontrol altına alınması demektir. Yani iktidar, “benim verdiğim özgürlük kadar yaşa” demektedir… İktidarın bunlarla uğraşması yerine, ülkenin refahını ve özgürlükleri geliştirecek çalışmalar yapmasını arzu ederdik.

Öte yandan, yazdığı muhalif yazılar nedeniyle, bir gazetecinin yurtdışına zorla çıkartılması asla kabul edilemez. Bu, iktidarın gazetecilere nasıl baktığının somut kanıtıdır. Gazeteci gördüğünü, yaşadığını ve gerçekleri yazar. 
Gerçeklerden korkmak yerine, onları okumak ve dinlemek, çağdaş ve uygar insanların, iktidarların başvurduğu en akılcı bir yöntemdir.
Unutulmamalıdır ki, gazetecilerin ve vatandaşların bu kadar baskı altına alınmasının ve korkutulmasının bedeli ağır olacaktır. Yapılanlar ve uygulamalar diktatörleri bile kıskandıracak yöntemlerdir ve faşizmin ta kendisidir. Kısacası, faşizm yolda değil, geldi bile… 
Sanılmasın ki bu halk ve gazeteciler korkuyor. 
Bilinmelidir ki, gerçekten yürekli olanlar, ne başkalarını korkutmaya çalışır, ne de kendileri korkarlar…


Cici çocuklar olalım diye sansür uyguluyorlar…


HALEN, Sözcü Gazetesi  yazarı olan Emin Çölaşan ile, 27 yıl önce gerçekleştirdiğim ve mesleki etik gereği, dün kendisinden bir kez daha sözlü izin alarak 35LİK’te kullandığım bu söyleşiyi okuduğunuzda, ülkemizde sansür konusunda bir çok şeyin  değişmediğine şahit olacaksınız.  27 yıl önce de sansür vardı, bugün de var. Ama bugünkü sansür, çok daha ağır…

-Size sansür nedir, Ne değildir?
-Sansürün ne olmadığını bilmiyorum ama, ne olduğunu biliyorum. En basit tanımıyla "Birilerinin istemediği şeylerin açıklanmaması" olarak tanımlıyorum. Güç, kuvvet ve yetki kimdeyse, onun istemediği şey yazılmaz, çizilmez, kamuoyuna duyurulmaz. Güçlüler sansür eder, güçsüzler boyun eğer. Yetkililer sansür eder, yetkisizler kabul eder... Bu süreç içerisinde elbette ki kavga verilir, mücadele edilir. Ama yine de, sansürcüyle baş etmek çok zordur.
-Ülkemizde yasal sansür var mıdır? Boyutları nedir?
- Yasal sansür vardır ve boyutları geniştir. Örneğin şu anda yayınlanan bazı dergiler, naylon poşet içerisinde satılmaktadır. Aslında çıplak kadın resmi serbesttir. Ama kadının göğüs uçlarına bant çekmemiz koşuluyla... Çıplak kadın resmi basmak yasak olsa, bu kadar gam yemeyeceğim. Ama o göğüs uçlarında ne varsa, onu bir türlü anlayamıyorum. Göğüs ucu basmak yasaktır, ırzına geçilen genç kızın resimlerini yayınlamak serbesttir. O konuda sansür yoktur. İnsanların şerefi ve haysiyeti, sansürün kapsamı dışımda bırakılmıştır. İnsanların hırsızlık, yolsuzluk yapması serbesttir. Bunları yazmak bir anlamda sansüre tabidir. Ülkemizde sansürün her türlüsü vardır.
- Her yıl basın dünyası içinde sansürün kaldırılışını kutluyoruz. Gerçekten de kalkmış mıdır?
- Bu sorunun cevabını yukarıda verdim. Kalkmamıştır.
- İnsanların kendi kendilerine (töreler, adetler, inançlar nedeniyle) uyguladıkları sansür konusunda ne diyorsunuz?
-Teorik olarak her insan kendinden sorumludur, insanın kendi kendine uyguladığı sansür, büyük ölçüde onun kişisel sorunudur.
- Özellikle sinemada uygulanan yasal sansür için ne düşünüyorsunuz?
-Çok komik ve aşağılayıcı buluyorum. Bir Türk vatandaşı olarak, sansürün her çeşidine karşıyım .
- İktidarların sansürü gündemde tutmalarının amacı nedir?
- Hepimizin terbiyeli çocuklar olmasını sağlamaktır. Sol görüşleri, çıplaklığı benimsemeyelim, cici çocuklar olarak yetişelim diye sansür uyguluyorlar. Eğer çocuk ana babasının emri dışında bir şeyler keşfederse gözü açılır diye korkuyorlar. Çocukların gözü açılırsa da, iktidar olmak biraz zorlaşır gibime geliyor.
- Bu konuda sanatçı ve aydınlarımıza ne gibi görevler düşüyor?
- Temel görev, sansüre hep birlikte karşı çıkmaktadır. Ama bunu yapabilmek için de, örgütlü olmak gerekir.Böyle bir örgütlenme bugün Türk toplumunda ne yazık ki yoktur. En basitinden, bugün en büyük sansürcüler, hatta sansürcübaşılar TRT'dedir. bu mekanizma ile mücadele etmek gerçekten zordur, bireysel çabalara TRT sansürü kalmaz. Bırakın kalkmasını, hafiflemez bile... Bu amaca ulaşmak için gerçek demokratik iktidarlara ve örgütlü bir mücadeleye gerek vardır.
- Sansürün olmadığı bir ülke durumuna gelebilir miyiz?
- Hiç sanmıyorum.
- İktidarın demokratik bir ülke olduğumuz yönündeki iddialarına karşın, sansürü yine de gündemde tutmasını nasıl yorumluyorsunuz?
- İktidarın o gibi iddialarını ben hiç ciddiye almıyorum. Sizin de almanızı tavsiye etmem. ANAP iktidarı, 12 Eylül'ün birinci sıradaki uzantısıdır. Böyle bir iktidar teorik olarak zaten demokrat olamaz. Nitekim uygulamada da demokrat değildir. Bu nedenle, sansüre bel bağlamasını son derece doğal karşılıyorum.
- Sansür olayı ile ilgili olarak başınızdan geçen bir olay var mı?
- Böyle somut bir olayı şu anda hatırlamıyorum. Ancak sansür fikri kafamıza öylesine yerleşmiş ki, bir şey yapacağımız kendi kendimizi zaten sansür ediyoruz ve yapacağımızı ondan sonra yapıyoruz. Ben şahsen "Kendi sansürünü kendin yap" ilkesiyle çalışıyorum.



Mehmet Tevlim'e teşekkürler...


Sansür, sermaye sınıfının korunmasından 
başka bir şey değildir…

1995 yılında Çeşme’de hayatını kaybeden Aziz Nesin ile, ölümünden 8 yıl günümüzden 27 yıl önce, değerli dostum, şair Ümit Yaşar Işıkhan tarafından yayınlanan Temmuz Dergisi adına  gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi sunuyoruz.

- Sayın Aziz Nesin, sizce sansür nedir, ne değildir. Biraz açıklık getirir misiniz?
- Benim anladığım sansür, herhangi bilim, dü­şün, sanat yapıtının, yayınlanmadan önce devlet otoriteleri tarafından denetlenmesidir. Ama bu sansür genişleyerek çapını değiştiriyor. Yani öz­denetime geçiyor. Öyle bir özdenetim var ki Tür­kiye'de…
Aslına bakarsanız, Türkiye'de sansür yok. Daha doğrusu şöyle söyleyelim: Olağanüstü haller ve sıkıyönetim dışında (sinemadan başka) sansür yok deniliyorsa da, sansür her yerde var. Örneğin basında sansür, yıllardır var. Büyük reklamlar ve­ren holdinglerin, işyerlerinin.sansürde etkisi var­dır. Holdinglerin verdikleri ilanlarla geçiniyor gaze­teler. Gazete, satışı ile kazanmıyor. Bütün gaze­teler böyle, demek ki gazeteler ucuz. Her gazetenin kazancı ancak ilanlarla oluyor. Bu ilanlar küçük ilanlar değil, büyük firmaların milyarlık ilanları. Şim­di, onların çıkarlarına aykırı bir olayı bir haberi ga­zeteye koyamazsınız. Muhabir verse bile. müdü­rü kullanamaz. Çünkü o firma bir daha ilan ver­mez. Yanı geçim kaynağı sınırlıdır. Böyle bir de­netim var. Bu özdenetimdir, yukarıdan kimse size sansür koymaz. Kaldı ki Türkiye'de sansür olma­dığı dönemler o kadar azdır ki... Çünkü biz cum­huriyetten bu yana tarihimizin yarısından çoğunu sıkıyönetim veya olağanüstü dönemlerle geçirdik. Gerek olağanüstü ve gerekse sıkıyönetim zaman­larında sansür vardır, geçerlidir. Bu nedenle san­sür vardır.
Bunun dışında da sansür var. Büyük sermaye sahiplerini, holdinglerin denetimi de vardır. Bu dolaylıdır ama. İlanını kesmekle denetime almış olur Bir de kendi kendimize koyduğumuz sansür var­dır. Türkiye'de tabular vardır, o tabular yıkılmadık­ça, sansür yürürlüktedir. Nedir o tabular? Bir ta­nesi ve en yaygın olanı dinsel tabudur. Ondan sonra cinsel tabu gelir. Ondan sonra da hepsin­den güçlüsü, ama az konuşulanı olan askersel tabu... Bunlar oldukça Türkiye'de, (her ne kadar yasal olarak yoksa da sinema dışında) gerçekte fiilen, kurgusal olarak sansür vardır.
- Sansürün içimizde olduğunu söyleyebilir miyiz?
- Elbette, içimize sokmuşlar bizim. Bizler öyle sansür içindeyiz ki, en özgür olanımız bile. eğer babası son derecede dindar ise, dinsel konularda eleştiri yapamıyor babasını kıracağı, üzeceği için. Bunun yanında toplumda baskı vardır. Bu toplum baskısı altında insanlar düşüncelerini özgürce söyleyemiyor. Bazı insanlar söylediği zaman tep­kiler yağıyor.
- Örnek verebilir miyiz?
- Emin Çölaşan, benimle yaptığı bir söyleşide ben, "dinsiz ve allahsızım..." dedim. Bu o kadar tepki gördü ki. Bunun yanında da bir çok mektuplar aldım. Hepside, "bizim söyleyemediklerimizi siz söylediniz, sağolun.." diye yazmışlar. Allahsız olanlar, mesela bunu açıkça söyleyemiyor. De­mek ki düşündüklerini açık sözlülükle söyleyemeyen insanlar, iki yüzlü yaşıyorlar. Bu az çok tepki görse de söylenebilecek bir düşünce. Bir de söy-lenemeyenler var… Askersel konularda olduğu gi­bi... Hiç bir şey söylenemiyor. Çünkü orada her yönden tabu varolduğundan, dokunulmaz oldu­ğundan, hiç bir şeye değinemiyorsun.
- Şöyle diyebilir miyiz acaba, yasal sansür dışında, toplumsal adet ve törelerden duyulan sansür daha az?...
Hayır hayır, şöyle bir şey bakın. Geleneksel sansür başka, geleneksel baskılı sansür başka. O bireysel aile sansürü başka, tabu sansürü başka. Onun dışında ticari egemen sınıfların sansürü başka. Bir de yasayla, sansür olmadan yapılan baskılar var. Örneğin 141 ve 1 42. maddeler, adı sansür olmayan sansürdür. Türkiye, baştan aşağı sansürdür, sansürler için­dedir. Ama, sinema dışında resmen sansür yok.
- Neden sinema dışında acaba?
- Çok ilginçtir bu zaten. Bir kitabın masrafı 1 ile 3 milyon arasındadır. Bir tiyatro eseri de 
1 -3 milyona çıkabilir. Yani hangi sanat dalına bakarsanız bakın masrafı 3-5 milyon arasındadır. Ama sinemada ise bu rakam, bugün­kü ölçülerde en az 200 milyondur. Şimdi sinema­ya sansür koymazsa, yani baştan denetim yap­mazsa, 200 milyon lira güme gidecek. İşte o para güme gitmesin diye sansürü koymuşlar. Böylelik­le de sermayeyi korumuş oluyorlar. Niye tiyatro­ya, kitaba koymuyor, sonradan savcılık el atı­yor? Sermaye sınıfının sansürle korunmasından başka bir şey değildir. Çünkü birinde 200 milyon, diğerinde 3 milyon güme gidecektir. Sadece si­nemada olmasının başka nedenleri de var tabii. Sinema, diğer sanat dallarından daha fazla halka ulaşır. Halkı daha çok etkileyen bir daldır. Ama bence sinemadaki sansür, sermaye sınıfını koru­maktır...
- Sonuçta sermaye sınıfı korunuyor. Peki sayın Nesin, özellikle iktidarların sansür konu­sunu gündemde tutmalarının nedeni ne olabi­lir?
- Onlar gündemde tutmuyorlar ki. Konuşurlarken "yok" diyorlar. Aslında sahtekârlık nereden geli­yor? Bir kere sansür yok. Bugünkü hükümete, devlet başkanına gitseniz, sansürden şikayet et­seniz, "nerede sansür, hani sansür yasası?." derler. Yok... Olmayan bir şey var Türkiye'de. Resmen, hukuki bir sansür yok. Ama hayatımızın her aşamasında var sansür. Tabular yoluyla, gele­nekler yoluyla, egemen Sınıfların reklam yoluyla... Yani dolaylı sansür var. Aslında yasal sansür olsa daha kolay. Mücadele edersiniz.
- Yani soyut bir kavram.
- Elbette. Her yerde, her zaman olduğu için, resmen mücadele edemiyorsun.
- Soyut kavramda desek, sansüre uğruyoruz çoğu zaman değil mi?
- Elbette.
- Peki böyle durumda sanatçılarımıza, ay­dınlarımıza, yazarlarımıza ne gibi görevler dü­şüyor acaba?
- Yasal yolların tümü zorlanmalı, çürütülmeli. Tabulara karşı güçlü bir dayanışma ile bunların dokunulmazlığını kaldırmak. Geleneksel tabulara karşı diğerlerine içini boşaltarak geçersizliğini an­latmak. Bir de egemen sınıfa karşı yapılacak mü­cadele var ama o bizi aşar. Bugün sizin başınızda da aynı şey yok mu? Bir kaç tane sağcı-solcu derginin, pekala dağıtımını yaptırmıyorlar, sattır­mamaya çalışıyorlar. Bu demokrasiye de, insan haklarına da, insanlığa da, özgürlüğe de. aykırı ama, sansür işte...
- Sansürün olmadığı bir düzeye gelmek çok mu uzak acaba?
- Ben, hiç sansür olmayan bir ülke olacağını sanmıyorum. Yalnız yasal sansürü ele alacaksı­nız.
- Ben insan sansürünü diyorum.
- Evet o zaman olabilir. Ben, yasal sansürden çok, yasal olmayan sansürden korkarım. Çünkü yasal sansürle savaşırsınız. Bunun anti-demokratik olduğunu söylersiniz. Bunları aşamıyorsunuz. Bir gazete bir haberi ya vermiyor, ya da çarpıta­rak veriyor. Neden? Çünkü bu haberi yayınlar­sa, kendisini reklamla besleyen sermaye sınıfı za­rar eder de ondan. Bunu önleyemiyorsunuz. Ya­sal değil bu sansür, işte asıl zor olan bu. Ne ya­parsanız yapın Türkiye'de her zaman sansür var­dır.
- Sansürsüz bir ortak olmayacak mı?
- Olacak tabii. Ama mücadele gerek. Yazıları­mızla, anlattıklarımızla, çizdiklerimizle bunu yap­mamız gerek.
- Sayın Nesin, sansür ile ilgili yaşadığınız bir anınız var mı?...
- Akşam gazetesinde...
- Yıl kaç acaba?
- 1958 olacak. Başbakan Menderes. Çok önemli bir firma sahiplerinin birinin arabasında po­lisler keyif verici madde yakaladı. Bu haber gaze­teye geldi. Hiç bir gazete yayınlamadı. Haber ya­yınlanmadığı için ben fıkra yazdım. Fıkramı yayınlamamazlık edemediler, çünkü gücüm onları aşı­yordu. Ya gazeteyi bırakacaktım, ya da çıkacaktı. Bunun gibi daha çok sansür yaşadım tabi ki...
- Şu andaki iktidar döneminde yaşadınız mı?.
- Ben şimdi gazeteci değilim. Değilim ama şöyle yaşıyorum:
Örneğin askerler bana pasaport vermek istemi­yorlar. Resmen vermemezlik de edemiyorlar. Bir gerekçe gerekiyor. O gerekçe de, arıyorlar arı­yorlar, işte bir akılsız, 23 yıl önce ÖNCÜ gazete­sinde yazdığım bir yazı (bu yazı kitabımla birlikte tam beş kez basıldı...) nedeni ile beni mahkeme­ye veriyor. Mahkemeye verdikleri için otomatikman ben yurtdışına çıkamıyorum. Amaçları beni çıkartmamak.
Kitaplarımı topluyorlar. Başımız halâ belada bili­yorsunuz. Tabii ben beraat ediyorum ama iş işten geçmiş oluyor. Kitaplarımı geriye aldım ama bildi­ğim kadarıyla örneğin İzmir'de topluyorlar. Akılla­rınca yasak koyuyorlar işte. Yasağa karşı aklan­ma kararını gösteriyorum, yine anlamıyorlar. Ak­lanma Kararı İstanbul'da geçerli de başka yerler­de geçerli değil mi? Bir tek kitabım bile Kalsa, geri alacağım..



Rifat Mutlu'ya teşekkürler...




                                                                




Haberleşme özgülüğü ve AKP diktidarı... 


Dursun ATILGAN
Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri Federasyonu
Genel Başkanı


TÜRKİYE İstatistik Kurumu'nun verilerine göre, ülkemizde internete ulaşım  %50 civarında gerçekleşiyor. 
Yani milyonlarca insanımız, anayasanın kendilerine verdiği özgürce haberleşme haklarından, internet üzerinden yararlanabiliyordu.
Ancak, eleştiriye tamamen kapalı olan, ama diktatörlük rejimine koşar adımlarla yürüyen AKP iktidarı, bildiğiniz gibi, medya kuruluşlarını ya baskı ve tehdit altında tutuyor; ya kredi musluklarını önce keserek bitiriyor, sonra da devlet kredisi vererek kendi iktidarının yandaşı olduğu bilinen bir patrona yamıyor;
ya da TMSF adlı kurum vasıtasıyla hedefine aldığı medyayı bitirerek, AKP'ye yakın isimlere büyük devlet kredileriyle verdirtiyor; ayrıca da kendi iktidarına karşı biraz ağzını açan, kalemini oynatan köşe yazarlarının işlerine son verdirterek, istediği her şeyi, dikensiz bir bahçede, yapma planını uyguluyor. 
Sayısı üç-dört olan özgür medyaya ise, RTÜK vasıtasıyla yüklü para cezaları kestirterek, susturmaya çalışıyor…
TV kanallarındaki alt yazılara bile bizzat müdahale eden bir Başbakan var.
Gazete, dergi ve TV kanallarıyla - büyük ölçüde - başeden AKP iktidarı, sosyal medyayla istediği gibi baş edemediği için, haberleşme özgürlüğüne bir büyük darbe daha vurmak için, Başbakanlığa bağlı Telekomünikasyon İdaresi Başkanlığı'na (TİB), internet kullanılmasını yargı kararı olmaksızın kapatma yetkisi veren bir yasayı, bir gece yarısı çıkardı…
Buraya sadece özet olarak çıkardığımız gerçekleri görüp de, daha hâlâ AKP
diktidarının icraatlarına alkış tutanlar diktatörlüğe çanak tutmaktadırlar.
Dolayısıyla, Türkiye'nin büyük kentlerinde "İNTERNETİME DOKUNMA!" eylemine hazırlanan demokratik kitle örgütlerine destek vermek şarttır.
Biz bu konuyu 9 Mart 2014'te yapacağımız ve Türkiye'nin en yetkili hukukçularının katılacağı büyük bir toplantıda da dile getireceğiz…

















* 35'LİĞİ takip eden, başta Türkiye olmak üzere; Amerika, Almanya, Avusturya, Avustralya, Arnavutluk, Azerbaycan, Arjantin, Belçika, Belarus, Birleşik Arap Emirlikleri, Bulgaristan, Bosna Hersek, Cezayir, Çin, Danimarka, Ekvador, Endonezya, Fransa, Finlandiya, Güney Afrika, Güney Kore, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Hollanda, Hırvatistan, Irak, İngiltere, İspanya, İsviçre, İsrail, İsveç, İtalya, Japonya, Kanada, Katar, Kazakistan, Kenya, Kosta Rika, Kuveyt, Makedonya, Malta, Malezya, Libya, Litvanya, Nijerya, Norveç, Özbekistan, Pakistan, Portekiz, Polonya, Rusya, Senegal, Sırbistan, Singapur, Suudi Arabistan, Tayland, Ukrayna, Venezuela, Vietnam ve Yunanistan'da yaşayan ve de yazılarıyla katkı koyan, önerilerini paylaşan tüm dostlarımıza teşekkür ederiz…

Not : Bu veriler, Blogspot'un kontrol panelinden aktarılmıştır...



Yorum, istek ve önerilerinizi yazabilir, 
paylaşabilirsiniz...
Eğer yorumunuzu yazdığınız halde
gönderemiyorsanız veya teknik arıza çıkıyorsa,
lütfen, altay@vecdialtay.net mail adresine
mail gönderiniz...




altay@vecdialtay.net








BU SİTE, BASIN ETİK YASASINA, ÇOCUK, KADIN, İNSAN VE 
HAYVAN HAKLARINA UYMAYI TAAHHÜT EDER...

BU SİTEDE YAYINLANAN YAZILARI PAYLAŞABİLİR, 
ALINTI YAPABİLİR VE KULLANABİLİRSİNİZ...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder