Günün Sözü...
Kamış ses verince “Ney” oldum sanır. İp
gerilince “Yay” oldum sanır. Sarayda oturmakla “Padişah” olmaz kişi. Aptal ata
binince “Bey” oldum sanır...
Ahidname...
FARKINDASINIZ mutlaka.
Her geçen gün,
insanların hoşgörü anlayışı değişiyor. Hatta gittikçe de yozlaşıyor.
Aslında, böyle
olmasını isteyenler, yavaş yavaş amaçlarına da ulaşıyor.
Parçala, böl ve yönet
taktiği hayata geçmiş durumda.
Oysa çok değil,
bundan belki 15-20 yıl önce, çok
daha hoşgörülü bir toplumduk.
Dinsel, siyasal
farklılıklarımız aklımıza bile gelmiyordu.
Çünkü
farklılıklar olsa da, her şeyden önce insandık…
Komşuya bir tas sıcak çorba ve yemek
vermeyi görev bilirdik…
Sizlere bu
yazıda, çok önemli bir belge ve bilgi aktaracağım.
Belgemiz 1463 tarihli ve Fatih Sultan Mehmed ile ilgili. Yani 551 yıllık bir bilgi ve belge.
Osmanlı’nın Avrupa’da
egemen olduğu dönemlerde Fatih Sultan
Mehmet’in, İstanbul’u fethinden on
yıl sonra, yani 28 Mayıs 1463’de, o yıllarda Bosna’da görev yapan başrahip Fra Andeo Zvizdovç’e verdiği bir söz vardır.
Günümüz İnsan Hakları Beyannamesi’nin temelini oluşturan ve Fransız İhtilali’nden 326 yıl
önce uygulamaya konulan Ahidname’nin
orijinali, günümüzde bile daha hala hiç okunmamış binlerce Osmanlı dönemine ait
belgelerin de yer aldığı Bosna Hersek’in
Fojnika
kentindeki Fransisken Katolik Kilisesi’nde bulunuyor.
Anımsarsanız, Cumhurbaşkanı
Ahmet Necdet Sezer de, 2006 yılında Türkiye’ye gelen ancak
daha gelmeden önce ‘AB Hıristiyan kulübüdür. Burada
Müslümanlara yer yok’ açıklaması yapan Papa 2. Benedick’e bu Ahidnamenin örneğini vermişti.
Evet, bu Ahidnameyi,
Bosna’da gittiğiniz her yerde
görebiliyorsunuz: Otellerde,
bakkallarda, kahvelerde, lokantalarda…
Osmanlı, Avrupa’yı
ve bu toprakları fethettiğinde, papazlar,
rahipler buralardan ayrılmak
istemiyorlar ama can güvenliklerinin
de sağlanmasını istiyorlar. Bu isteklerini Fatih’e
söylediklerinde, o da bir Ahidname
yayınlıyor ve bölgedeki tüm din adamları rahat ve huzur içinde yaşıyor… İşte özel çerçeve içinde korunan Ahidname’de yazılanlar:
Arkamdaki tabloda görünen
başrahip Fra Andeo Zvizdovç’in
elinde
tuttuğu Ahidname ile,
benim elimde tuttuğum
aynı Ahidname.
|
"Murat Han'ın oğlu, daim muzaffer Mehmed, hürmete
layık yüce sultan'ın emri, imzası ve cihan fatihinin parlayan mührü aşağıdadır
:
Ben, Sultan Mehmed Han, bu Ferman-ı Hümayunu'mu haiz
Bosnalı Fransiskanların lütfuma sahip olduklarını ve bu emri verdiğimi bütün
dünyaya duyuruyorum. Hiç kimsenin bahsi geçenleri veya kiliselerini taciz veya
rahatsız etmesine izin verilmeye... Onların Devlet-i Al-i Osmaniye'de sulh
içinde ikamet etmelerine izin verile... Devlet-i Aliyem hudutları dahilindeki
bütün memleketlerde mevcut manastırlarına herhangi bir korku taşımaksızın geri
dönmelerine ve yerleşmelerine izin verile... Ne şehzadem ne vezirlerim veya
vazifelilerim, ne de hizmetçilerim veya devletimin vatandaşları onlara hakaret
etmeyecek ve onları taciz etmeyecektir. Hiç kimsenin onlara tecavüzüne, hakaret
etmesine ve canlarına kastetmesine, mallarına ve mülklerine veya kiliselerinin
mal ve mülklerinin tehlikeye atılmasına izin verilmeye... Memleketime hariçten
herhangi birini getirmelerine dahi müsaade edilmiştir.
Böylece, bu ferman-ı hümayunu lütufkar şekilde yayınladım ve işbu büyük yemini ettim: Dünya ve ahiretin Yaradanı, bütün canlıların rızıklandırıcısı adına, yedi Mushaf ve Muhbir-i Sadık (Hz. Peygamber s.a.v ) ve koyduğum kılıç adına, onlar hakimiyetime itaatkar ve sadık kaldıkları sürece, hiç kimse yazılanın aksine hareket etmeyecektir."
Böylece, bu ferman-ı hümayunu lütufkar şekilde yayınladım ve işbu büyük yemini ettim: Dünya ve ahiretin Yaradanı, bütün canlıların rızıklandırıcısı adına, yedi Mushaf ve Muhbir-i Sadık (Hz. Peygamber s.a.v ) ve koyduğum kılıç adına, onlar hakimiyetime itaatkar ve sadık kaldıkları sürece, hiç kimse yazılanın aksine hareket etmeyecektir."
İşte biz böyle bir neslin insanlarıyız, insanlarıydık...
Barışçı, özgürlükçü, insana ve haklarına
saygılı, demokrat, farklılıklara saygı gösteren, onları anlayan, onlarla
birlikte yaşayan, oynayan, paylaşan ve kollayan…
Öyle, “ Osmanlı bizim ecdadımız.
Osmanlı’ya laf söyletmem. Bizler gerçek Kanuni’nin torunlarıyız…” demekle olmuyor.
Osmanlı’nın rüşvetçilerini, yolsuzluk ve hırsızlık yapanlarını, insanlık dışı uygulamalara imza atanlarını, sayısız eşleri
olanlarını, ruh hastalarını, mal mülk edinenlerini, devlete ve halka değil kendine çalışanlarını örnek alacağınıza, toplumda barışı sağlayanları, toplumu bölmeyenleri, özgürlükleri savunanları kendinize örnek alın…
Alamıyorsanız da, çekin gidin...
Alamıyorsanız da, çekin gidin...
AKP Kadıköy Başkan Adayı'nın uyanıklığı... |
Siyaset ne demek?
Tevfik
KIZGINKAYA
Barış İsteyen Gazeteciler
Platformu Kurucu Üyesi
SORUYU soruyla açalım.
Ülkemizde siyaset adına neler yaşıyoruz, neler konuşuyoruz?
Cemaat,
paralel devlet, yolsuzluk, hırsızlık, darbe, yasaklar, tomalar, gazlar,
öldürülen gençler, uzun tutukluluk süreleri, şike, yargıda ve emniyette
yapılanma, hukuksuzluk, yandaşlar, suçlamalar, mecliste kavgalar, hakaretler,
küfürleşmeler…
Sabahtan
akşama kadar siyasetin belirlediği bu “gündemler” üzerine tartışıyoruz.
Gelin
bu tartışmalardan biraz olsun uzaklaşalım ve siyasetin ne demek olduğunu
görmeye çalışalım.
Önce adını koyalım. Siyaset bir bilimdir.
Prof. Bülent
Daver’in (Işıklar içinde olsun…) tanımıyla, ülke, devlet ve insan yönetim bilimi.
Yönetimin
iki taraf vardır; yöneten - iktidar ve yönetilen - halk.
İktidar
erkinin kaynağına göre belirlenen yönetim şekli, iktidar ile halk arasındaki
ilişkiyi belirler.
Konumuz,
iktidar erki halk tarafından seçilen demokrasi.
*****
Siyaset
bilimine göre demokrasilerde farklı siyasi partiler vardır ve siyaset, emek -
sermaye temelinde yapılır.
Siyasi
partileri birbirinden ayıran temel nitelikleri ise, emek – sermaye zemininde
sahip oldukları ideolojileridir.
İdeolojilerin
temelinde de, halkın ekonomik ve sosyal sorunlarına yönelik çözümler vardır.
Sağ
siyasi partiler, devletin ekonomik artı değerini sermayeden - özel girişimden
yana kullanarak ülkeyi ve halkı yönetmeyi amaçlarlar.
Sol
siyasi partilerin önceliğinde ise emeği ile geçinen dar gelirli kesimler
vardır.
Çağdaş
demokrasilerde bu anlayışla yapılanan siyasi partiler, insanı ekonomik ve
sosyal kimlikleri ile görür. İşveren, işçi, sanayici, çiftçi, memur, esnaf,
emekli gibi…
Halk da
bu kimlikleri ve ortak yaşamsal sorunları temelinde demokratik kitle örgütlerinde,
(meslek odaları, sendikalar ve dernekler) bir araya gelir ve örgütlenir.
Örgütlü
toplum, demokrasinin katılımcılık ilkesinin gereği iktidarların uygulamalarını
izler ve sorunlarına çözüm üretmelerini ister.
*****
Demokrasilerde
iktidara sahip olan siyasi partiler, hangi ideolojiye sahip olurlarsa olsunlar,
insanlar arasında din, mezhep, ırk, dil, cins, renk gibi doğarken kazanılan
farklılıkları gözetmeden ve ayrım yapmadan halkın tamamına hizmet etmekle
yükümlüdür.
İnanç
ve etnik özellik ve kimlikler, kültürel niteliktedir ve temel insan hakkıdır.
Bu hakların korunması ve yaşanması için gereken koşulları oluşturmak da siyasi
partilerin temel görevidir. İsteğimiz dışında doğarken sahip olduğumuz bu
kültürel kimlikler üzerine siyaset yapmanın demokrasi ile hiçbir ilgisi yoktur.
İnanç
temelinde yapılanan siyasi partilere göre insanın kimliğini inancı belirler.
İnancını kimliği olarak gören insan, mezhebine hatta aynı mezhep içinde
kendisine yakın bulduğu tarikatlarda bir araya gelirler. Tarikatları sivil
toplum örgütü (STK) olarak kabul eden yönetim şeklinin adı Teokrasidir.
Etnik
temelde yapılanmanın özü mikro milliyetçiliktir, ırkçılıktır. Irkçılığın sonu
ise Faşizmdir.
*****
Batılı
düşünürlerin yönetim erkini tanrısal iradeye bağladıkları 14yy da, sosyolojinin ve iktisadın öncülerinden kabul
edilen devlet adamı ve tarihçi İbn-i Haldun (Tunus, 1332 – 1406) devlet ve iktidar kavramlarını
bilimsel temelde incelemiştir. Ekonomik etmenlerin, toplumsal olayların ve
olguların da siyasal sistemler üzerindeki etkilerini yorumlayan İbn-i Haldun,
toplumları “üretim biçimlerine” göre değerlendirmiştir.
Aradan
geçen 600 yılın sonunda dünyaya baktığımızda büyük bir çelişki ile
karşılaşıyoruz. Batılı toplumlar Reform ve Rönesans’la aydınlandı ve yönetim
erkinin kaynağını halka dayandırdılar. Doğu toplumları ise orta çağın
karanlığında kaldı ve iktidar erkini tanrıya dayandırdılar.
Batı,
sanayi devrimini yaptı ve toplumunu üretim biçimlerine göre yapılandırdı. Doğu,
toprağa ve tarıma çakıldı kaldı ve toplumunu inanç ve etnik temelde
biçimlendirdi.
*****
80’lerin
başına geldiğimizde gelişmiş batı, “dünya küreselleşti, artık yeni bir dünya
düzeni kurulacak” dedi. Yenidünya
düzeninin gereği ve güzelliliği olarak da, demokrasi ve insan hakları adına
“insanlar, inançlarını ve etnik kimliklerini özgürce yaşabilmeli,
örgütlenebilmeli ve siyaset yapabilmeli” dendi.
Dünyaya
bu şekilde “yeni bir yol” gösteren AB-D, özellikle geri kalmış ve gelişmekte
olan ülkelerde siyasetin inanç ve etnik temelde yapılanmasına da gerekçe ve
geçerlilik kazandırmış oldu. Bu yönlendirmenin en büyük yansıması ise;
“Nedense”
nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde görülmüştür.
“Nedense”
bu ülkelerin, kaynakları zengin, halkı yoksul, yöneticileri zengin
diktatörlerdir.
“Nedense”
bu ülkelerde halk, mezhep ve etnik temelde gruplaşmış ve birbirleriyle
savaşmaktadır.
“Nedense”
bu yoksul gruplara silahları verenler de zengin kaynakları kullananlar da hep
aynı ülkelerdir; AB-D.
*****
AB-D’de siyaset
Öncelikle iki soruya
yanıt aramak gerekir;
·
Dünyaya demokrasi ve insan hakları “dersi” veren ve “yönlendiren” bu
ülkelerde etnik veya inanç temelinde siyaset yapılabilir mi?
·
ABD’de, Almanya’da, İtalya’da, İngiltere’de, Fransa’da… etnik veya inanç
temelinde bir parti kurulabilir mi?
Hıristiyan demokrat
partiler var diyenlerin bu partilerin programlarına bakmalarını öneririm.
En azından bu ülkelerde etnik ve inanç temelinde
kamplaşma ve çatışmanın olup olmadığına bakmak yeterli değil mi?
Bu ülkeler, Kilise yönetiminden, engizisyon
mahkemelerinden, orta çağın karanlığından reformla çıktılar. Sanayi devrimi ile
geliştiler ve kalkındılar. Toplumsal dokularını ekonomik ve sosyal sınıflar
temelinde (sendikalarda, meslek odalarında, derneklerde) yapılandırdılar.
Bu ülkeler, 2inci dünya savaşında otuz beş milyon
insanın ölümüne neden olan Hitler ve Mussolini faşizminden aldıkları dersle ırk
temelinde siyaset yapılmasını yasakladılar.
Ama bu ülkeler, egemen olmak istedikleri dünyaya,
etnik ve inanç temelinde yapılanmayı demokrasinin ve insan haklarının gereği
olarak sundular, desteklediler, böldüler, parçaladılar ve yönetiyorlar…
******
Gelelim bize.
Söze,
bir itirafla başlayalım. “Batılı
güçlerden destek almadan, hatta onların muhalefeti karşısında, onlar Türkiye'yi
parçalamaya çalışıp küçük bir ülke haline getirmeye çalışırken yaptıklarını
hatırladıkça, kendisinin büyüklüğünü bir kez daha anlıyor ve etkileniyorum”
sözleri ile Mustafa Kemal Atatürk’ü tanımlayan ABD Başkanı Bill Clinton (TBMM,
16.11.1999), batının ülkemiz üzerindeki amaçlarını bu şekilde dile getirmişti.
(Biz söyleyince inanmayanlar için…)
Doğu
toplumlarının makûs talihi gibi parçalanmaya ve yok olmaya doğru giderken
özgürlük ve bağımsızlık mücadelesiyle emperyalizmin hevesini kursağında bırakan
Türkiye, Cumhuriyet (Aydınlanma) Devrimini ile de iktidar erkini halka teslim
etmiştir.
“…insanlar arasında hiç bir renk, din, ırk
ayrımı gözetmeyen…” (Unesco kararı, 28.11.1978) yönetim anlayışıyla kurulan
Türkiye Cumhuriyetinin hedefinde, cehaleti ve sefaleti yok ederek tam
demokrasiye ulaşmak vardı. Bilinçli ve ekonomisi güçlü insanlar, başkalarının
sözleri ile değil kendi akılları ile karar verebilme yetisine sahip
olabilirler.
Ne
yazık ki çok partili sürecin başladığı günden bu yana siyaset, bilimin ve
demokrasinin gösterdiği zeminin dışına taşındı.
Önce,
bilinçli yurttaşlar yetiştirmeyi amaçlayan akla ve bilime dayalı “toplu eğitim
sisteminden” uzaklaşıldı, aklı ile değil duyguları ile karar veren eğitimsiz
bir toplum yaratıldı.
80
sonrasında da AB-D’nin yenidünya düzeni gereği diye gösterdiği ekonomik
politikalarla devlet ekonomiden çekildi, üretim araçlarımız ve fabrikalarımız
satıldı. Halkımız, işsizliğin ve yoksulluğun pençelerine bırakıldı.
Eğitimsiz
ve yoksul insanın dini ve etnik duyguları yükselir, yükseldi de…
Siyasi
partiler de oy alabilmek için dini ve etnik duygulara seslendiler ve iktidar
olma yarışını “Sünni - Alevi, inanan – inanmayan, Türk – Kürt” temelinde
yaptılar.
65
yıldır sürdürülen bu siyasetin sonucu dine, mezhebe, ırka, yöreye ve cinse
bağlı kimlikler öne çıktı.
Yıllardır
bir arada dayanışma içinde yaşayan bizler, “insan ve yurttaş” ortak
kimliklerimizi ve sınıf bilincini bırakıp, bu farklılıklarımız temelinde
kamplaştık. Sendikalar bile emek ortak paydası yerine inanç ve etnik temelde
yapılandılar, emek yapısını parçaladılar.
Sonuçta,
Alevi – Sünni, Laik – anti laik, inanan – inanmayan, başı açık – kapalı, kadın
– erkek, doğulu - batılı, Türk – Kürt… diye ayrıştık ve birbirimizle çatıştık.
Bugün demokrasi
adına yutturulmaya çalışılan bu siyaset anlayışı ile partilerin fanatik
taraftarları gibi birbirimizle kavga etmekten bir adım öteye gidemiyoruz.
Cehaletin
ve sefaletin egemen olduğu toplumların ne durumda olduklarını görmek için çok
uzağa değil, hemen güneyimizdeki Irak’a, Suriye’ye bakmak yeterli değil mi?
*****
Ne yapmalı?
600 yıl
öncesinde İbn-i Haldun’un düşünceleri ve söylemleri bugün için de geçerlidir.
İnsanı insan olarak, ekonomik ve sosyal bir varlık olarak görmek ve sorunlarına
çözüm üretmek demokrasi ve toplumsal barış adına atılması gereken en doğru ve
en önemli adımdır.
Bu
yolda ilk adımı kim atmalı?
Demokrasi
halkın yönetimi ise, ilk adımı halk atmalı diyebiliriz. Halk, siyasi partilere
inanç ve etnik temelde politika yapmamaları gerektiğini, yapanlara da oy
vermeyeceğini yüksek sesle haykırmalı. Nasıl mı? Bu yolda sorumluluk
Aydın’larındır.
Halkı
aydınlatmak, düşün ve sanat insanlarının, şair, yazar, çizer, bilim insanı,
hukukçu, gazeteci kısaca kendini Aydın diye tanımlayan herkesin görevidir.
Tarih boyunca, kişisel değil toplumsal çıkarlar için mücadele eden,
gerektiğinde canını ortaya koyan Aydın’ların önder olduğu ülkeler aydınlanmayı,
çağdaşlığı, insan hak ve özgürlüklerini ve demokrasiyi yakalamıştır. Rönesans
ve Reformda olduğu gibi...
İlk
adımı siyasi partiler de atabilir. Demokrasiyi ve toplumsal barışı amaç olarak
gören siyasi partiler bugünkü tartışmaların dışına çıkarak emek – sermaye
zemininde siyaset yapmalıdırlar.
CHP’nin 70’li yıllarda “toprak işleyenin su kullananın - ne ezen ne
ezilen insanca, hakça bir
düzen - emek en yüce değerdir”
söylemleriyle ürettiği politikaların 1973’de % 33, 1977’de ise % 41,3 oranlarında halktan
karşılık bulduğunu siyasetin özellikle de CHP’nin iyi değerlendirmesi gerekir.
Siyasetin
emek – sermaye zeminde yapılanması, halkın da sendikalarda, meslek odalarında
ve derneklerde örgütlenmesini ve yaşamsal sorunlarına sahip çıkmasını
sağlayacaktır.
Siyasetin
insanların aklına seslendiği, insanların da aklı ile karar verdiği günlerde
gerçek demokrasiyi yaşayabiliriz ve yaşatabiliriz.
Aklımızı
başımıza almamız lazım…
* 35'LİĞİ takip eden, başta Türkiye olmak üzere; Amerika, Almanya, Avusturya, Avustralya, Arnavutluk, Azerbaycan, Arjantin, Belçika, Belarus, Birleşik Arap Emirlikleri, Bulgaristan, Bosna Hersek, Cezayir, Çin, Danimarka, Ekvador, Endonezya, Fransa, Finlandiya, Güney Afrika, Güney Kore, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Hırvatistan, Hindistan, Hollanda, Irak, İngiltere, İspanya, İsviçre, İsrail, İsveç, İtalya, Japonya, Kanada, Katar, Kazakistan, Kenya, Kosta Rika, Kuveyt, Makedonya, Malta, Malezya, Libya, Litvanya, Lübnan, Nijerya, Norveç, Özbekistan, Pakistan, Portekiz, Polonya, Rusya, Senegal, Sırbistan, Singapur, Suudi Arabistan, Tayland, Ukrayna, Venezuela, Vietnam ve Yunanistan'da yaşayan ve de yazılarıyla katkı koyan, önerilerini paylaşan tüm dostlarımıza teşekkür ederiz…
Not : Bu veriler, Blogspot'un kontrol panelinden aktarılmıştır...
Not : Bu veriler, Blogspot'un kontrol panelinden aktarılmıştır...
Yorum, istek ve önerilerinizi yazabilir,
paylaşabilirsiniz...
Eğer yorumunuzu yazdığınız halde
gönderemiyorsanız veya teknik arıza çıkıyorsa,
lütfen, altay@vecdialtay.net mail adresine
mail gönderiniz...
altay@vecdialtay.net
BU SİTE, BASIN ETİK YASASINA, ÇOCUK, KADIN, İNSAN VE
HAYVAN HAKLARINA UYMAYI TAAHHÜT EDER...
BU SİTEDE YAYINLANAN YAZILARI PAYLAŞABİLİR,
ALINTI YAPABİLİR VE KULLANABİLİRSİNİZ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder