Oğul Mektubu : Görülmüştür…
YAZILARIMDA
genellikle, haksızlığa uğramış
insanların
Hayatlarına yer vermeye
özen gösteriyorum.
İşte onlardan biri daha.
Özcan Erdemir’i
tanır mısınız?
Veya Barbaros Tuğberk Erdemir’i…
Tanımadığınıza eminim.
İnanın ben de
tanımıyorum ikisini...
Kendileri, gazete sayfalarında yer almadı...
Pek popüler değiller...
Haklarında kimse de bir şeyler yazmadı...
Özcan Erdemir,
İstanbul Askeri
Casusluk Davası'ndan tutuklu Deniz Pilot Yüzbaşı…
Barbaros Tuğberk
Erdemir de onun oğlu…
İşte o oğul, tutuklu babası ve
Yaşananlar hakkında bir
mektup yazmış.
Okurken, gözlerim
yaşardı.
Yüreğiniz yetiyorsa,
siz de okuyun…
İşte o mektubu, virgülüne
kadar dokunmadan,
Ekleme yapmadan
aynen yayınlıyorum.
Korkma oğul…
Utanma oğul…
Geçecek bu günler de.
Hiç merak etme.
Elbette ki izler
bırakacak ama,
Sen asker oğlusun.
Ne baban, ne annen, ne sen, ne de kardeşin
Utanılacak bir
şey yapmadınız…
Asıl utanacak olanlar
belli ve
Olanların kim
olduğunu da zaten biliyoruz…
***
* Ben üniversitemi bırakıp geldim. Neden
mi? Askeri kimlik kartımızı aldılar babamın maaşı kesildi de ondan!
* Annem ev hanımı 42 yaşından sonra 800 liraya günde
12 saat çalışıyor neden mi? Çünkü siz babamın işlemediği bir suçtan
ailemizi dağıttınız ondan!
* Kardeşimin derslerini takip
edemiyoruz neden mi? Çünkü annem de çalışıyor bende çalışıyorum da
ondan!"
***
“ Genelde insanlar çok küçük yaşlarında yaşadığı olayları
hatırlamazlar ama ben noktasına virgülüne hatırlıyorum.
Mesela 1. Sınıfa başladığımda ilk ders günü ilk okul hocam
sordu “herkes sırayla ismini soy ismini, ailesini anlatsın bugün tanışma
günü olsun.”Herkes çekinirdi fakat nedense ben hep hemen sıra bana
gelsin isterdim bu tür durumlarda tanışma fasıllarında çünkü hocanın sorduğu bu
sorulara vereceğim çok güzel bir cevap var ve bunu içimde tutamıyordum. En
nihayetinde sıra bana geldi tabii ki .
“Ben Barbaros Tuğberk Erdemir, bir ufak
kardeşim var daha 1 yaşında, annem ev hanımı, askeri lojmanlarda oturuyoruz,
babam Deniz Kuvvetlerinde Helikopter Pilotu’’. İşte cümlemin son 5
kelimesine aşıktım ben. Ne zaman böyle bir soruyla karşılaşsam o son 5 kelimeyi
söylerken öyle gururlanıyordum ki, bu kelimeleri sarf ederken aklıma hep
babamın üstünde insana yeşil rengini sevdiren, çeşitli kısımlarında gittiği
görevlerin ve filonun peçleri olan tüm askeri pilot çocuklarının küçük boyunu
yaptırdığında ve onu giydiğinde kendini Süpermen’den bile daha güçlü hissettiği
o pilot montu, sağında ve solunda kardeşimin ve benim adımın yazdığı uçuş
kaskıyla birlikte helikoptere binerken hayal ederdim. Ve o minicik sıraya
minicik vücudum sanki gururdan kocaman olmuş da sığamıyormuşum gibi hissederdim
ve yerimde duramazdım. Küçükken hep annemlerin yatak odasına girer babamın
eşyalarını karıştırırdım itiraf ediyorum. Babamın bir çekmecesi vardı onu
açardım hep, içinde el fenerleri, uçuşta takılan kulak tıpaçları, rozetler,
görevlerden aldığı peçler, şapkalar, uçuş fularları, helikopterli
anahtarlıklar, kırdığında ışık saçan glow stickler o kadar zevk alırdım ki
hatta büyüdüğümde babam gibi pilot olduğumda onları nasıl kullandığımı hayal
ederdim. El fenerini elime alır, kulak tıpaçlarını kulağıma takar, başlardım
telsiz konuşmalarını söylemeye.
Babamla küçükken çok vakit geçiremezdik. Çünkü o zamanlar
daha yeni pilot olduğu için çok göreve giderdi ve bu görevler minimum 2-3 ay
hatta 8 aya kadar bile çıkabiliyordu. Hatta kızardım babama görevde olduğu
zamanlar bizi yalnız bıraktı diye fakat ayrılık bittiğinde babam görevden
geleceği gün bütün görevdeki pilotların eşleri, aileleri hep birlikte hangarın
önüne giderdik görevden gelişlerini ve helikopterle inişlerini seyrederdik. O
helikopter inerken palleri, biten bir özlemin getirdiği mutluluğu, babamın o
helikopteri indirirken duyduğum gururu ve babamın bana görev yerlerinden
getireceği oyuncakların heyecanını yüzüme üflerdi. Helikopter tam
indiğinde küçük boyumla çok göremezdim ama, iki tane bembeyaz kask görürdüm
acaba hangisi babam diye rüzgarın yaşlandırdığı gözlerimi kısarak
bakardım ve tanırdım babamı. 2 pilot, 2 operatör öyle bir inerlerdi ki o
helikopterden o sahne benim için bütün oscarlı filmleri toplasalar yine onun
kadar etkilemez. Dediğim gibi kızardım babama çok göreve gidiyor bizi
bırakıyor annem ne zorluklar çekiyor kardeşime ve bana bakıyor diye, ama
durmuş olan helikopterin içinden o oyuncak paketlerini çıkardığı an bütün öfkem
hemen kayboluverirdi. Sarılırdı herkes eşine babasına, anneanneler dedeler
gurur duyduğu çocuklarına, komutanlar hoş geldiniz derdi yuvaya geri dönen
kartallara.
Çok şanslıyım ki bir süreliğine de olsa M. Kemal Atatürk’ün
bıraktığı cumhuriyetin ve Türk Ordusunun havasını biraz da olsa soluyabildim.
Kesinlikle siyaset konuşmayacağım sadece bir asker çocuğu olarak nasıl
kaliteli insanlar arasında büyüdüğümüzü, ne kadar kültürlü bir ortamda
yetiştiğimizi belirtmek istedim. Çünkü şuan ordudaki vatan sever subayları
karalama kampanyasında bu insanlar askeri casus, fuhuş örgütü, terörist
vb. daha nice ağza alınmayacak ithamlarla çürütüldü. Halbuki o kadar
karakterli, kibar, beyefendi ve zeki insanlar ki...
Kara Gün 25 Ekim 2010 Sabahı
25 Ekim 2010 tarihinde Kocaeli de askeri lojmanlarda
otururken evimizi aramaya gelmişlerdi. Babam 3 aylık LİBYA görevinden akşam
saatlerinde henüz yeni dönmüştü. Bavulunu koyduk, açmadık bile, hoş geldin
dedik, annem çay demlemişti oturduk peynir zeytin kahvaltılık bir şeyler
atıştırdık ve uyuduk. Ertesi sabah kardeşimle ben okullarımıza gittiğimizde, babam
daha bavulunu açmamışken, annemle birlikte kahvaltı yaparlarken gelmiş arama
ekibi. Okuldan döndüğümde apartman merdivenlerini çıktım ve kapımızın
önünde bir yığın ayakkabı ve çıkarılmış galoşlar var. Eğer asker çocuğuysanız
sadece kadın ayakkabıları evde annelerin çay günü ihtimalini düşündürür fakat
gerçekten hem erkek hem kadın ayakkabıları var ise ve sayıları fazla ise hiç
iyi bir ihtimal söz konusu değildir. Babama bir şey oldu zannettim ve çok
korktum, o korkuyla kapıyı çaldım. Annemin arkadaşı açtı kapıyı salonda annemi
teselli eden arkadaşlarıyla beraber otururken gördüm, gözleri kızarmıştı
herkesin. Hiçbir şey demeden odama gittim ve odam savaş alanıydı adeta. İç
çamaşırlarım, kalem kutularım, defterlerim, gitarım bütün eşyalarım
yerdeydi. Annemle babamın kavga ettiğini ve bu yüzden böyle bir durum
içerisinde olduğumu düşünmedim değil. Sonra fark ettim ki oyun cdlerim,
mp3 çalarım, usb belleğim, bilgisayar kasam yoktu. Biraz şok ve anlam
verememe ile anneme sordum: "anne babam nerde?"
Annem : ‘’Oğlum evimizi aradılar korkma
şuan babanın ofisini arıyorlar bir şey yok gelecek’’ dedi.
Akşama kadar soğuk kanlılıkla babamın gelmesini bekledim ve
diğer asker çocuğu olan arkadaşlarımda bana destek oldular. Babamın eve geldiği
haberini aldım tam eve gidiyordum ki babamın arkadaşı önce benimle konuştu eve
girmeden. “Tuğberk evde babandan sonra en büyük erkek sensin. Şu an senin
ağlamaman güçlü olman gerekiyor. Merak etme hiçbir şey olmayacak’’ dedi.
Çok güç almıştım konuşmadan fakat eve girer girmez tutamadım kendimi çünkü o
kadar güçlü değildim ağlayarak odama gittim. Daha sonra babam geldi yanıma.
Aslında kendimden çok utandım asker oğlu olarak verdiğim sözü tutmalıydım ama
bende lise yıllarımdaydım işte. Babam bana “oğlum ben vatana ihanet etmedim ve
asla utanacağım bir şey yapmadım. Bu da bir süreç. Demek ki sıra bize gelmiş ve
bunu atlatacağız sen beni tanıyorsun bizim utanacak hiçbir şeyimiz yok’’
demişti. Ve haklıydı çünkü ben ONURUM
HAYATIMDIR diyen bir subayın oğluydum.
Ve davamız 2013 Aralık ayında savcının beraat talep etmesine
karşın Yargıtay’ın bozma kararı ile onandı. Avukata gitmiştik babamla.
Mahkemelerine gitmeyi çok istemiştim ama senin görevin ders çalışmak diyip beni
götürmezdi. Ama davanın onanmasının ardından avukata beraber
gittik. Oradaki diğer subay astsubayları görünce gerçekten nasıl bir
komedinin içinde olduğumuzu bir kez daha kanıtladım. Birbirini daha önce hiç
görmemiş, suç işlememiş, örgüt kurmamış, delil olarak sadece dijital çakma
delillerle suçlanmış pırıl pırıl insanlar vardı orda.
Bu süre içerisinde ben İstanbul üniversitesini kazanmıştım.
Ve yurtta kalamadığım için ve askeri yurt bulunmadığı içinde Avrupa yakasında ordu
evinde kalıyordum. Üniversitenin ilk gününden itibaren ben hep bu kötü sonun
olacağını biliyordum hissediyordum. Aklımdan hiç çıkmıyordu çünkü temyize giden
dava elbet yakın bir zamanda gelecekti. Bazen hukuken çok küçük umutlar yaşasak
da sonucu hep mahkumiyet oluyordu. Yanlış anlaşılmasın ama Ergenekon, İzmir
casusluk, balyoz konuşulurken İstanbul askeri casusluk davası arada kaynamış ne
medyada yer etmişti ne de gazetelerde kimse bilmiyor bu davayı, herkes İzmir
askeri casusluk zannediyor. Çünkü biz, para içinde yüzerken başka bir para
havuzunda yüzen adamla evlenen sanatçı gibi küstahça oğlum babasız nasıl büyür
deyip iki damla göz yaşı döküp fakir edebiyatı yapmadık televizyonlarda, dimdik
ayakta durduk.
Sonuç ? Anladım ki bu iş bütün vatansever subaylar
içeri atılmadan ordudan tasfiye edilmeden yıpratılmadan bitmeyecek.
Bu davalar hakkında siyaset hakkında o kadar
söyleyeceğim söz var ki…
Hala aklımdalar aslında ama ne konuşmaya ne yazmaya gücüm
var artık. Dışarıda insanlara karşı savunmaktan bir şeyler anlatmaktan çok
yoruldum. Babalarımızın terörist olduğunu söyleyen insanlara zeka çerçevesi
içinde konuştuktan sonra boş bakışlarını kaldıramıyorum artık. İnsanların içine
karışmak istemiyorum artık. Bir şeylere isyan etmek ağır ve zor geliyor artık. Neden
mi?
Biz bu olayları yaşarken aslında dost zannettiğimiz babamın
silah arkadaşları, komutanları hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam
ediyorlarmış da ondan !
Kendisi aramaktan korkup posta askerine telefon açtırıp
geçmiş olsun dileyen rütbelilerimiz var da ondan!
Babam “bari sağlık haklarımız kalsın” diye borç içinde
emekli olduktan sonra, aldığı son maaşı isteyip “vermezseniz haciz ve faiz işlemleri
olacak” dediği 20 senelik meslek arkadaşları var
da ondan!
Laf arası geçmiş olsun deyip yanımızdan hızla uzaklaşan
telefonda bile görüşmek istemeyen belki beni de dinlerler bana da bulaşırlar
diyen subay cesaretine yakışmayan insanlar var da ondan!
Ben üniversitemi bırakıp geldim. Neden
mi ? Askeri kimlik kartımızı aldılar babamın maaşı kesildi de ondan!
Annem ev hanımı 42 yaşından sonra 800 liraya günde 12 saat
çalışıyor neden mi?
Çünkü siz babamın işlemediği bir suçtan
ailemizi dağıttınız ondan !
Kardeşimin derslerini takip edemiyoruz neden mi?
Çünkü annem de çalışıyor bende çalışıyorum da ondan !
Size eskiden dost sandığımız tonlarca insan sayabilirdim,
akrabalarımdan da fakat şu güne geldiğimizde çevremizde kalan insan sayısı
4 ya da 5
Bu kadar kızgın olmamın sebebi arkamızda kimse yokmuş,
Komutanlar koltuklarına tutulmuş,
Arkadaşlar korkularına yumulmuş,
Bizim İstanbul Askeri Casusluk davamızın 42 denizcisi
unutulmuş ,
Bunu bizim başımıza getiren insanlar
çocuklarına sarılıp uyuyabiliyor ONDAN.
Hiç birşey istemiyoruz biz bize yetiyoruz. Ne para istiyoruz
ne destek istiyoruz. Allah'a şükür elimiz kuvvetimiz yerinde çalışıyoruz. Biz
acıların çocuğunu oynayıp fakir edebiyatı yapmıyoruz. Derdini veren allah
dermanını da verir çok iyi biliyoruz. Bizim gibi bütün asker ailelerin ne
sıkıntılar yaşadığını biliyoruz Allah onların da yardımcıları olsun.
Fakat tek birşey istiyoruz, o da adalet
Fakat tek birşey istiyoruz, o da adalet
Barbaros Tuğberk Erdemir / Dz Plt. Yb. Özcan
Erdemir’in oğlu”

* 35'LİĞİ takip eden, başta Türkiye olmak üzere; Amerika, Almanya, Avusturya, Avustralya, Arnavutluk, Azerbaycan, Arjantin, Belçika, Belarus, Birleşik Arap Emirlikleri, Bulgaristan, Bosna Hersek, Brezilya, Cezayir, Çek Cumhuriyeti, Çin, Danimarka, Ekvador, Endonezya, Fas, Fransa, Finlandiya, Güney Afrika, Güney Kore, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Haiti, Hırvatistan, Hindistan, Hollanda, Irak, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsviçre, İsrail, İsveç, İtalya, Japonya, Kanada, Katar, Kazakistan, Kenya, Kosta Rika, Kuveyt, Makedonya, Malta, Malezya, Mısır, Libya, Litvanya, Lübnan, Nijerya, Norveç, Özbekistan, Pakistan, Panama, Portekiz, Polonya, Rusya, Senegal, Sırbistan, Singapur, Suudi Arabistan, Tayvan, Tayland, Ukrayna, Venezuela, Vietnam ve Yunanistan'da yaşayan ve de yazılarıyla katkı koyan, önerilerini paylaşan tüm dostlarımıza teşekkür ederiz…
Not : Bu veriler, Blogspot'un kontrol panelinden aktarılmıştır...

* 35'LİĞİ takip eden, başta Türkiye olmak üzere; Amerika, Almanya, Avusturya, Avustralya, Arnavutluk, Azerbaycan, Arjantin, Belçika, Belarus, Birleşik Arap Emirlikleri, Bulgaristan, Bosna Hersek, Brezilya, Cezayir, Çek Cumhuriyeti, Çin, Danimarka, Ekvador, Endonezya, Fas, Fransa, Finlandiya, Güney Afrika, Güney Kore, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Haiti, Hırvatistan, Hindistan, Hollanda, Irak, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsviçre, İsrail, İsveç, İtalya, Japonya, Kanada, Katar, Kazakistan, Kenya, Kosta Rika, Kuveyt, Makedonya, Malta, Malezya, Mısır, Libya, Litvanya, Lübnan, Nijerya, Norveç, Özbekistan, Pakistan, Panama, Portekiz, Polonya, Rusya, Senegal, Sırbistan, Singapur, Suudi Arabistan, Tayvan, Tayland, Ukrayna, Venezuela, Vietnam ve Yunanistan'da yaşayan ve de yazılarıyla katkı koyan, önerilerini paylaşan tüm dostlarımıza teşekkür ederiz…
Not : Bu veriler, Blogspot'un kontrol panelinden aktarılmıştır...
Yorum, istek ve önerilerinizi yazabilir,
paylaşabilirsiniz...
Eğer yorumunuzu yazdığınız halde
gönderemiyorsanız veya teknik arıza çıkıyorsa,
lütfen, altay@vecdialtay.net mail adresine
mail gönderiniz...
altay@vecdialtay.net
BU SİTE, BASIN ETİK YASASINA, ÇOCUK, KADIN, İNSAN VE
HAYVAN HAKLARINA UYMAYI TAAHHÜT EDER...
BU SİTEDE YAYINLANAN YAZILARI PAYLAŞABİLİR,
ALINTI YAPABİLİR VE KULLANABİLİRSİNİZ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder