Günün sözü
ÇAĞDAŞ bir cumhuriyet kurmak demek,
milletin insanca yaşamasını bilmesi, insanca yaşamanın neye bağlı olduğunu
öğrenmesi demektir…
M.Kemal Atatürk

BUGÜN ve yarınlarda da, Cumhuriyetimizin 90. Yılı'nı, cumhuriyete olan inancımızdan zerre kadar taviz vermeden, bir kez daha coşkuyla kutlayacağız.
Yüzlerine Atatürk maskesi takanların, Cumhuriyet’in ve demokrasinin tüm değerlerini, Atatürk ilke ve devrimlerini yok sayanların, kurum ve kuruluşlarda cumhuriyet karşıtı eylemleri destekleyenlerin, din adı altında yobaz çalışmalara izin verenlerin ve buna göz yumanların, Atatürk ve cumhuriyet üzerinden siyaset yapmaya hakkı yoktur…
Bilinmelidir ki demokrasi, birilerinin dediği gibi, ne amaca giden yolda bir araçtır, ne de durağa geldiğinde inilecek bir otobüs…
T.C. Kültür Bakanlığı'nın resmi sitesinde yer alan bilgilerde, Atatürk'ün dediği gibi;
" Baylar ve ey millet, iyi biliniz ki,
Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczublar memleketi olamaz.
En doğru ve en hakikî tarikat, medeniyet tarikatıdır...
Bizi yanlış yola sevkeden soysuzlar
bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, sâf ve temiz halkımızı hep
din kuralları sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz,
dinleyiniz... Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harabeden fenalıklar
hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir..."
Evet, Cumhuriyet'e, demokrasiye ve Atatürk'e olan inancımızı bir kez daha belirtirken, sizlerle, tarihin sayfaları arasında kalan bir bilgi ve belgeyi paylaşalım:
" Halkımızın, hiçbir şekilde ödün vermeden koruduğu ve belki de birinci derecede korumakla sorumlu
olduğu en büyük miras, kuşkusuz Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın önderi Mustafa
Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşlarının kurduğu CUMHURİYET’tir…
Halkın egemen olduğu Cumhuriyet
yönetim düzeni, demokrasinin tam
karşılığıdır. Halk egemenliği, tam bağımsızlık, ülke bütünlüğü,
çağdaşlaşma, laiklik, barışçılık gibi temel ilkeler, Atatürk ve Cumhuriyetinin
en büyük farklılığı ve seçkinliğidir kuşkusuz.
Yakın denebilecek geçmişe şöyle
bir baktığımızda, padişahlıkla idare edilen bir toplumun, cumhuriyet rejimine
geçişinin zorluklarını görürüz. Bugün bizler için bir “kelime” olan Cumhuriyet,
aslında halk adına kazanılan bir destandır.
Bugün, ülkemizde farklı
sorunlarla karşılaştırılarak (sosyal, kültürel, siyasal anlamda) bilinçli veya
bilinçsiz bir şekilde hırpalanmak,
yıpratılmak istenen Cumhuriyetimiz, bu tartışmalardan kesinlikle arındırılmalı; bu en demokratik katılımcı devlet
modeline sıkı sıkıya sahip çıkmalı ve cumhuriyet karşıtı hareket, fikir ve
unsurlara karşı tek vücut oluşturmalıdır. Çünkü, SORUNLARIN DEĞİL, ÇÖZÜMLERİN KAYNAĞININ CUMHURİYET’te olduğuna inanmalıyız.
Elbette ki kolay gelinmedi 90. yıllara. Bu yazıda bunun
zorluklarını, yaşananları, bir kez daha tek tek anlatacak değiliz. Böyle bir
amacımız da yok zaten. Ancak, okurlarımıza, cumhuriyetin vazgeçilmezliğine
inanlara, belki belleklerden silinmiş veya bellerlere yeniden yerleşecek olan,
tamamı okunduğunda, “vay be, ben bunu
bilmiyordum” diyebileceğiniz ve bunu dostlarınızla,
ailenizle, çocuklarınızla ve hatta torunlarınızla
paylaşabileceğiniz birkaç bilgiyi aktarmak istedik :
“…Cumhuriyet’in ilanını
incelediğimizde karşımıza 1923 tarihli üç tane gazete çıkar. İşte VATAN gazetesinin haberi:
 |
30 Ekim 1923 |
“ANKARA – 29 EKİM (ÖZEL MUHABİRİMİZDEN) BUGÜN BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TÜRK
DEVLETİ’NİN ŞEKLİNİN CUMHURİYET OLDUĞUNU İLAN ETMİŞ VE GAZİ MUSTAFA KEMAL
PAŞA’YI 158 OYLA CUMHURBAŞKANLIĞI’NA SEÇMİŞTİR. CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİNDEN
SONRA GAZİ PAŞA, İSMET PAŞA İLE FETHİ BEY’İ YANINA ALARAK BAŞKANLIK ODASI’NA
ÇEKİLMİŞTİR.
O dönemlerde yayımlanan
gazetelerin içinde yer alan VAKİT
gazetesi de tıpkı VATAN gibi sekiz
sütuna duyurmuş Cumhuriyet’in ilanını :
CUMHURİYET DÜN RESMEN İLAN EDİLDİ.
1. CUMHURBAŞKANIMIZ GAZİ MUSTAFA
KEMAL PAŞA’DIR.
İLK BAŞBAKANLIĞI DA İSMET PAŞA YAPACAKTIR.
 |
30 Ekim 1923 |
HALK PARTİSİ’NİN DÜN SABAH YAPTIĞI ÖZEL TOPLANTIDAN SONRA, BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ AKŞAM ÜZERİ TOPLANMIŞ VE TÜRK DEVLETİ’NİN ŞEKLİ CUMHURİYETTİR OLDUĞUNU
RESMEN KABUL VE MESTAFA KEMAL PAŞA’YI DA HAZIR BULUNAN 158 MİLLETVEKİLİNİN
OYBİRLİĞİYLE CUMHURBAŞKANLIĞI’NA SEÇİLMİŞTİR.
Arşivlerde yer alan İKDAM gazetesi de incelendiğinde
görülecektir ki, bu gazete de diğer gazetelerden geri kalmamış ve müjdeyi altı
sütunluk haber yaparak bildirmiş. İşte 1894 yılında kurulan 9546 numaralı İKDAM’ın başlıkları.
YENİ TÜRKİYE DEVLETİ’NİN YÖNETİM ŞEKLİ CUMHURİYETTİR… MECLİS DÜN YÖNETİM ŞEKLİNİ OYBİRLİĞİ İLE CUMHURİYET OLARAK KABUL ETMİŞ
VE ALKIŞLAR ARASINDA GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’YI DA İLK CUMHURBAŞKANI OLARAK
SEÇMİŞTİR.”
Bir başka vereceğimiz bilgi ve
belge ise şöyle :
Cumhuriyet’in 90. yılında, yeni
bir marş üretemediğimiz için günümüzde bile; düğünlerde, defilelerde,
sünnetlerde, kokteyllerde hala 10.Yıl Marşını çaldığımız cumhuriyetimizin
10.yıl nutku’nu hazırlıyordu Atatürk:
Türk Milleti !
Kurtuluş Savaşı’na başladığımızın 15’inci yılındayız. Bugün,
cumhuriyetimizin 10’uncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır.
Kutlu olsun !
Bu anda, büyük Türk milletinin bir ferdi olarak, bu kutlu güne
kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.
Yurttaşlarım !
Az zamanda, çok büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk
kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Bundaki muvaffakiyeti, Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve
beraber olarak, azimkarane yürümesine borçluyuz.
Fakat yaptıklarımızı asla kafi göremeyiz. Çünkü, daha çok ve daha büyük
işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz.
Yurdumuzu, dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine
çıkartacağız. Milletimizi en geniş refahın vasıta ve kaynaklarına sahip
kılacağız. Milli kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız.
Bunun için bizce zaman ölçüsü, geçmiş asırların gevşetici zihniyetine
göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen
zamana nisbetle daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler
başaracağız. Bunda da, muvaffak olacağımıza şüphem yoktur.
Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir, Türk milleti çalışkandır,
Türk milleti zekidir. Çünkü, Türk milleti, milli birlik ve beraberlikle
güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve
çünkü, Türk milletinin, yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde
ve kafasında tuttuğu meşale, müsbet ilimdir.
Şunu da ehemmiyetle belirtmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan
Türk milletinin tarihi bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda
yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz
çalışkanlığını, yaradılıştan gelen zekasını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara
sevgisini ve milli birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve
tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür.
Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün beşeriyette, hakiki
huzurun temini yolunda, kendine düşen medeni vazifeyi yapmakta muvaffak
kılacaktır.
Büyük Türk milleti !
(…)
Bugün, aynı inanç ve katiyetle söylüyorum ki, milli ülküye tüm bir
bütünlükle yürütmekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni
alem, az zamanda, bir kez daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün
unutulmaz büyük medeni vasfı ve kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, atinin
yüksek medeniyet ufkundan,yeni bir güneş gibi doğacaktır....
İşte
tam bu bölüme gelindiğinde, eklediği bir kaç satır için Özel Kalem Müdürü şöyle der Gazi’ye:
 |
Kendi el yazısı. 10 Yıl Nutku |
- Sayın Paşam, bu sözler çok duygusal sözler. Bakın tüm Türkiye’de
Cumhuriyet, coşkuyla kutlanıyor. Halkımız bu sözlerinizi, veda ediyormuş gibi
anlar. Lütfen bu bölümü çıkartalım..
Atatürk düşünür ve hak verir.
Halkının üzülmesini istemez. Çünkü halk mutludur, keyiflidir. Zaferler
kazanılmıştır. Meclis kurulmuştur. Cumhuriyet ilan edilmiştir, 10.Yılı
kutlanmaktadır cumhuriyetin…
Kalemi eline alır, bu bölümü
kendi elleriyle çizer ve hiç bir zaman da okumaz. Ancak bu bölüm,tarihin sayfaları arasında yerini alır.
İşte, yazımızın adının da
verildiği o duygusal sözler şunlardır:
Bu söylediklerim hakikat olduğu gün, senden ve bütün medeni
beşeriyetten dileğim şudur:
10. Yıl nutku daha sonra, hepimizin
yakından bildiği şu cümlelerle sona
erer:
Ebediyete akıp giden her 10 senede, bu büyük millet kavramını, daha
büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
Ne mutlu Türküm diyene...."
Evet, bu halk, onu gerçekten hiç unutmayacaktı. Ve unutamadı da...
Her zaman hatırladı, Ve her zaman sevdi...
Yaşasaydı yüreklerimizden öperdi…
Cumhuriyetimizin 90. yılı, kutlu olsun…
Farkında mısınız?
Yıl: 1961, Mart'ın 16'sı...
İstanbul'da
"Hadiselere TERCÜMAN" gazetesinin merkezindeyim. Yurt Haberleri
Servisi Şefi Vedia Blada Hanım, Çanakkale Zaferi'nin yıldönümünü izleyeceğimi
söylediğinde bir gün önceden vapurla yola çıktım.
Çanakkale'de il
muhabiri Turhan Narlıer'le buluştuğumda kutlama törenleri başlamak üzereydi.
Mart soğuğunu
biliyordum da, Çanakkale Boğazı'da o mevsimde esen yakıcı soğuğu bilmiyordum
Hava güneşli ama, öylesine soğuk ki...
Törenleri izlerken titriyorum. Tören notlarını
tutmakta zorlanıyorum.
Muhteşem bir kutlama töreni sonrasında postaneden
haberi geçince kent merkezinde yalnız başıma gezmek istedim. O zamanlar, hangi
kente gidersem oranın fotoğraflarını/kartpostallarını alırdım. Önce
fotoğrafçıları ziyaret edeyim dedim.
Gittiğim her fotoğrafçıda tören fotoğraflarını
görünce içimdem "Keşke otobüse
film kasetiyle birlikte bu fotolardan da gönderseydim" dedim.
O zamanlar bu günün olanakları nerede? Gazeteciler
binbir fedakarlık ve de yokluk içinde görev yapıyorlar.
Fotoğrafçılardan birinde Çanakkale kartpostalları
yanında yukarıdaki fotoğrafı görünce kanım durdu adeta.
Kurukafalar ve kemik yığını...
Kimlerin mi bu kurukafalar, kemikler?
Merakımı fotoğrafçı arkadaş giderdi:
- Bu topraklarda gözü olanların... dedi.
Dünyanın en güçlü donanmasıyla Çanakkale Boğazı'nı
geçmeye gelen Batı'lı emperyalist güçler; sonunda amaçlarına ulaşamayıp yenik
dönerlerken arkalarında da böyle acı bir tabloyu bıraktılar.
Emperyal heveslerini gerçekleştirmek için nice
insanı ham hayalleri uğrunda feda edip perişan olarak döndüler.
Biz mi ne yaptık o zaman?
Çanakkale'yi görmeyene/ziyaret etmeyene bunu
anlatmak epey zor. Bu zafer için biz de nice genci-ihtiyarı şehit verip bu
vatan toprağını kutsallaştırdık.
Nice nice aile ocağı söndü bu uğurda.
Şimdi geliniz bir muhasebe yapalım:
Çanakkale Zaferi'nin öcünü almak için Yunan'ı maşa
olarak kullanıp Anadolu'ya salanlar emperyalist güçler; 30 Ağustos'ta başlayıp
9 Eylül'de sona eren büyük darbeden de ders almamış görünüyorlar bugün.
Artık, bugün Anadolu üzerine oynanan oyunları
bilmek/anlamak durumundayız.
Dirlik içindeki Cumhuriyet düzenine nifak sokmak ve
ayrışma yaratmak isteyenler; içte/dahilde de satılmış kadrolar bulunca bu
kutsal topraklarda huzursuzluk habire ateşleniyor.
Bu şaşkınlık içinde ulusal değerler önemsenme
yerine umursanmıyor.
Ulusal gelenekler çiğneniyor.
Ulusal benlik yok sayılıyor.
Ulusal kimlik sahipsizleştiriliyor.
Sonuçta; yüzyıl önce yaşadıkları yenilginin
hesabını/öcünü bu toprakların sahiplerine ödetmeye çalışan/heveslenen
emperyalist güçler ülkeyi karıştırmak için fitne/fesat oyunu oynamaktan geri
kalmıyorlar.
Manzara ortada...
Çanakkale'de emperyalizme karşı birlik/beraberlikle
savaşıp bu topraklara tecavüze kalkışanlara yukarıdaki fotoğraftaki tarihi
dersi veren bizler...
Bugün ise; Batı'nın aynı güçleri, ülkede
karışıklık/huzursuzluk çıkarıp insanımızı birbirine düşürüp kırdırmayı
amaçlıyor; kimi gafiller/şaşkınlar ve de kimi "dahili bedhahlar" da
uşaklık rolünü başarabilmenin gayreti peşindeler.
Yeni bir çıkış, yeni bir dirirliş mi?
Elbette olur/yaşanır ve yola devam edilir.
Ama, bu Batı'nın emperyalist heveslerine hizmet
anlamı taşımaz mı?
O zaman, yukarıdaki fotoğrafa bir daha bakalım...
Çanakkale'nin o yakıcı Boğaz soğuğunda "Yedi
Düveli" perişan edip toprağa şehit düşenlerin üzerimizdeki haklarını
düşünelim.
Nasıl öderiz bu hakkı?
Oyuna gelip birbirimizi kırıp yukarıdaki
"kurukafa" yığınını bizler yaparak mı?
Yoksa, Batı'nın oyunlarına karşı birliktelik
gösterip Çanakkale'de temeli atılan 90 yıllık Cumhuriyet erdemini daha olgunlaştırıp nice yüzyıllara taşıyarak mı?
Farkında mısınız, bu kritik noktadayız.
Katkılarından dolayı Hikmet Aksoy’a teşekkürler…
 |
Hasdal Askeri Cezaevi'nde, darbe yapmak suçuyla yatan bir askerin, sadece FIRÇA DARBESİ ile yaptığı Atatürk portresi... |
Atatürk’ten
Subaylara…
“…ALLAH göstermesin milletin
bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebalı subaylara ait olacaktır. Subaylar,
izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife
itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve ferasetleriyle,
giriştiğimiz bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak
mecburiyetindedirler. Şahsî ve özel hayatları itibariyle de subaylar,
fedakârlar sınıfının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler. Çünkü
düşmanlarımız herkesten evvel onları öldürür. Onları aşağılar ve hor
görürler.
Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini
duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva
gördüğü bu muamelelere katlanamaz. Onun, yaşamak için bir çaresi vardır:
Şerefini korumak! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar
altına almaktır.
Dolayısıyla subay için "ya istiklâl, ya ölüm" vardır. Fakat
arkadaşlar, ölmeyeceğiz, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi
daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız!”
31 Temmuz 1920- Afyonkarahisar
Kolordu Dairesi’nde Subaylara konuşması.
Paylaşımı nedeniyle Lale Gürman’a
teşekkürler.
 |
Paylaşımı nedeniyle Erzurum'dan Hatice Kaş'a teşekkürler... |
Vatan Ufuklarında Doğacak Güneş…
BİR gece
tatbikatından sonra Selanik’in doğusunda bulunan Karaburun istikametinde
yürüyüş yaptık. Mustafa Kemal Bey alayın (38. Alay) başında, bizim önümüzde
yürüyordu. Ufukta aydınlık başladı, güneş doğmak üzereydi. Birden:
- Çocuklar! dedi.
Nerede ise şafak sökecek… Yıllarca bu vatanın ufuklarında doğacak bir parlak
güneşin doğuşunu bekledim. Bakalım bu sabaha…
Güneş doğdu, fakat
geceden kalan bulutlar berraklığını peçeliyordu. Mustafa Kemal tekrar konuştu:
- Hayır, hayır!
Beklediğim böyle karanlık bulutlarla örtülü olan bir güneş değildir. Ben vatan
ufkunda her türlü bulutlardan kurtulmuş bir güneşin doğuşunu bekliyor ve
bekleyeceğim.
Biz ister istemez
dirseklerimizle birbirimize dokunduk... Anlayamadığımız bir muamma
karşısındaydık. Bu muammayı ancak 1923 senesinde Cumhuriyetin ilanıyla
çözebilmiştik. Ziya KILIÇ
Paylaşımı nedeniyle Yozgat'tan Nedret Kul'a teşekkürler...
 |
Paylaşımı nedeniyle Tunceli'den Serap Gündoğdu'ya teşekkürler... |
Bayrağı Göğsüme
Sarıp…
“BAZI arkadaşların yoksulluk içinde bu
büyük dâvanın başarılamayacağını zannederek, memleketlerine dönmek arzusunda
olduklarını duydum. Arkadaşlar! Ben sizleri bu millî dâvaya silâh zoruyla davet
etmedim, görüyorsunuz ki sizi burada tutmak için de silâhım yoktur. Dilediğiniz
gibi memleketlerinize dönebilirsiniz. Fakat şunu biliniz ki, bütün arkadaşlarım
beni yalnız bırakıp gitseler, ben bu Meclis-i Âli’de tek başıma kalsam da,
mücadeleye ahdettim. Düşman adım adım her tarafı işgal ederek Ankara’ya kadar gelecek
olursa, ben bir elime silâhımı, bir elime de Türk bayrağını alıp Elma Dağı’na
çıkacağım. Burada tek başıma son kurşunuma kadar düşmanla çarpışacağım. Sonra
da bu mukaddes bayrağı göğsüme sarıp şehit olacağım. Bu bayrak kanımı sindire
sindire emerken, ben de milletim uğruna hayata veda edeceğim. Huzurunuzda buna
and içiyorum.”
Mustafa Kemal Atatürk,
1920-Birinci Büyük Millet Meclisi.
Paylaşımı nedeniyle Samsun'dan Arzu Mutlu’ya
teşekkürler…
 |
Paylaşımı nedeniyle Muğla'dan Zeki Dursun'a teşekkürler... |
O'nun İçin...
* Cumhuriyet olmasaydı, ben istiklal marşını
ne için yazacaktım? Hürriyet, Özgürlük, Milliyetçilik,
Devrimcilik, Müslümanlık... Hepsi Türkiye'de... Bunu bize sağlayana
müteşekkirim. Allah benim ömrümden alıp Mustafa Kemal'e
versin... Mehmet Akif Ersoy
* Ben şimdiye kadar on beş hükümdar ve
cumhurbaşkanı ile özel ve resmi konuşmalar yaptım. Bu geceki kadar ezildiğimi
hatırlamıyorum. Mustafa Kemal'de büyük bir ruh kudretinin esrarı var. Sir Charles Townshend İngiliz Generali, 1922
* Atatürk öyle bir insandır ki, hayali
değildir. İstediğini bilir, bildiğini yapar, yapamayacağı birşeyi de istemez. Avusturyalı Heykeltraş Krippel
* Şunu söyleyeyim ki, ben Atatürk’e
sekreter olmak isterdim. Sebebi de, “O”nun her akşam sofrasında bulunup, yüksek
düşünceleri ile beslenmek dileğimde oluşumdur. Böylece yeniden bir Üniversite
bitirmiş olurdum. Fransız Başbakanlarından Edouard Herriot
Paylaşımı nedeniyle Konya'dan Mustafa Kurt'a teşekkürler...
 |
Paylaşımı nedeniyle Adana'dan Ali Bozkurt'a teşekkürler... |
Cumhuriyet’in
İlanı Öncesi…
TÜRKİYE Büyük Millet Meclisi, 1
Kasım 1922’de aldığı tarihi kararında, saltanata son verdi.
Bu tarihi kararın da açık bir
belirtisi olarak, 1921 Anayasası ile yeni siyasal rejime geçildi. Ancak,
Cumhuriyet resmen ilan edilememişti.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1
Nisan 1923’te seçimlerin yenilenmesine karar verdi ve yeni kurulan Meclis,
Lozan’da elde edilen antlaşmayı onayladı. Lozan Barış Antlaşmasının kabulü ve 6
 |
Atatürk ve İsmet Paşa |
Ekim 1923te Türk Ordusunun İstanbul’a girmesi ile Türk vatanının bütünlüğü
gerçekleşti ve böylece bir devir kapandı ve yeni bir devir açılmış oldu.
Siyasal rejimin 23 Nisan 1920den
itibaren kaydettiği gelişmelere uygun devlet şeklini bulmak da bir zorunluluk
haline geldi. Cumhuriyetin kabulü 25 Ekim 1923 günü gelişen bir kabine
bunalımı, TBMM’de çalışma güçlüğünü ortaya çıkardı. 28 Ekim 1923 günü akşamına kadar
kabine kurulamaması üzerine, Gazi Mustafa Kemal Paşa, Çankaya köşkünde yemek
sırasında arkadaşlarına; “Yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz” diyerek görüşünü
açıkladı. 29 Ekim günü Halk Fırkası Meclis Grubunda, Bakanlar Kurulunun
oluşturulması konusunda tartışıldı. Sorun çözülemeyince, Gazi Mustafa Kemal
Paşa’dan düşüncelerini açıklaması istendi. Mustafa Kemal Paşa, bunalımdan çıkış
yolunu Anayasanın değiştirilmesi zorunluluğu ile açıkladı. Cumhuriyetin ilanını
hedefleyen tasarıyı da grubun bilgisine sundu. Grupta yapılan uzun görüşmeler
sonunda, Cumhuriyetin ilanı kabul edildi.
Paylaşımı nedeniyle Rize'den Damla Akkuş'a teşekkürler...
 |
Paylaşımı nedeniyle Malatya'dan Koray Düzgün'e teşekkürler... |
Milletimiz Çok
Büyüktür…
GÜNLERİN, haftaların
ve ayların çok gergin geçtiği, yurtseverlerin yakalandıklarında
cezalandırılacağı ve hatta asılacağı haberlerin dolaştığı, kurtuluş için
çarelerin arandığı bir ortamda, Atatürk ile gazeteci Yunus Nadi sohbet
etmektedirler.
Atatürk’ün kafasında
hep, halkını Osmanlı baskısından kurtarmak, bağımsızlığı, ulusal egemenliği
kazanmak ve bu yıl, aradan geçen bunca zamana rağmen, aynı coşku ve aynı
inançla 90. Yılını kutladığımız Cumhuriyet’e doğru hızla ilerlemek ve
Cumhuriyet’in o aydınlık yüzünü görmek ve yakalamak vardır.
Çünkü o da biliyordu
ve inanıyordu ki, ilerleyen yıllarda ve günümüzde ortaya çıkacak olan her türlü
sorunun kaynağının değil, çözümlerinin kaynağının cumhuriyet olduğuna,
olacağına...
Onun tek beklentisi,
hayali, arzusu, bir an önce meclisin oluşması ve batı örneklerindeki düzeye
gelinmesi; demokrasinin bir an önce
yerleştirilmesiydi. Ama bunun hiç de kolay olmadığını çok iyi biliyordu.
 |
Yunus Nadi |
Padişahla uğraşmak,
onun otoritesini bozmak, yönetimini sonlandırmak, yeni bir düzene geçişi
sağlamak, birçok insanın hayal bile edemediği
bir durumdu. Her şeyi planlı yapmalıydı. Ve öyle de yaptı tüm hayatı boyunca...
Şöyle dedi Yunus Nadi
sohbette:
- Her şeyden
önce Ordu'nun kurulması gerekmez mi? Ondan sonra meclis, pekala toplanabilir.
Meclisin ne vakit toplanabileceğini tahmin ediyoruz? Bir de her kerameti
meclisten beklemek niyetinde miyiz.?”
Gazeteci Yunus Nadi'nin
bu sözlerine Atatürk, hiç şaşırmadı, kızmadı da. Çünkü o sefalet, eziyet çeken
halkına güveniyor, ona yürekten inanıyordu. Nadi’ye verdiği yanıt, Cumhuriyet'in
10.yılı nedeniyle düzenlenen törende yaptığı konuşmada belirttiği, halkına
güvenin ve inancının tam yansımasıydı. Çünkü o, ulusun kurtuluş yolunun sadece
ve sadece meclis olduğunu ve olacağını çok iyi biliyordu:
- Ben bilakis, her kerameti meclisten bekleyenlerdenim. Milletimiz çok büyüktür. Hiç korkmayalım. O esareti ve kötülüğü kabul etmez. Bence
meclis kuram değil, gerçektir. Ve gerçeklerin en büyüğüdür. Öncelikle meclis,
sonra ordu Nadi bey... Orduyu yapacak olan millet ve ona
dayanan meclistir…”
Paylaşımı nedeniyle Eskişehir'den Tuncay Çetin'e teşekkürler...
 |
Paylaşımı nedeniyle Zonguldak'tan Hikmet Aksu'ya teşekkürler... |
Atatürk’e İdam Fermanı…
CUMHURİYET’in ve TBMM’nin
kurulması, hiç o kadar kolay olmadı. Günümüz meclisi gibi, hiçbir önerge, teklif
hemen kabul edilmiyor, günlerce haftalarca süren kavgalı görüşmeler
yapılıyordu.
Mustafa Kemal ısrarla
meclisi Ankara’da kurmak istiyordu.
Ancak Ankara'da bir
meclis oluşması, ilk başlarda büyük bir çoğunluk tarafından bir türlü
benimsenmedi. Onlar, yeni bir düzenin yeni bir çağdaş yaşam biçiminin ilk
temellerinin atıldığının farkında bile değillerdi. En yakın arkadaşları da bu fikre karşı çıkmaktan geri durmadılar:
- Paşam, halk İstanbul'daki meclisi tanır. Ankara'da
Kurucu Meclis adı altında milletin aklının almayacağı bir meclis toplamak doğru
değildir. Böyle bir meclise katılacak kimseler bulmak da güçtür. Bulunsa bile
bu meclisin alacağı kararlar memleketin genelinde uygulanamaz.”
Kazım Karabekir'in,
özellikle meclisin toplanmasının doğru olmadığı düşencesine, Rauf Bey ve Ali
Fuat Paşa da destek verdiler.
Mustafa Kemal, arkadaşlarının bu düşüncelerine, her
zaman yansıttığı olgun ve anlayışlı tavrı ile karşı çıkmadı, çekincelerine
rağmen meclisin İstanbul'da toplanmasını kabul etti.
Ve meclis İstanbul'da
toplandı. Toplandı ama, İngiliz işgalindeki İstanbul’da toplanan bu meclis,
yine İngilizler tarafından basılınca Mustafa Kemal'in haklılığı ortaya çıktı.
 |
İdam Fermanı |
Bu aşamada Mustafa Kemal'in hedeflediği artık tek bir
meclis vardı. O da milli iradenin tamamen millete ait olduğu bir meclisti. Bu
düşünce, aslında o yıllarda dünya gerçeğine hiç de yabancı değildi.
Ve Ankara'ya İstanbul'dan,
Anadolu'nun bir çok kentinden büyük bir göç başladı.
Mustafa Kemal'in bu
kurtuluş mücadelesi, giderek padişahın
otoritesini sarsar boyutlara geldi. Padişah otoritesini göstermek ve Mustafa
Kemal'i ortadan kaldırmak için, Kurtuluş kahramanlarına ilk cezayı verdi: İDAM...
"...Üçüncü ordu müfettişliğinden alınarak
askerlik mesleğinden çıkartılmış bulunan
Selanikli Mustafa
Kemal Efendi, İstanbullu Kara Vasıf Bey, Salacaklı Fuad Paşa, İstanbullu
Doktor Adnan bey ve Halide
Edip Hanımın her türlü resmi
ünvanlarının kaldırılmasına ve idamlarına karar verilmiştir..."
Bu ferman, Mustafa
Kemal ve arkadaşlarını hiç şaşırtmadı.
Korkmadılar. Aksine daha da ateşledi onları. Bu fermandan sonra Yurtseverler
İstanbul'dan Ankara'ya tüm güçlük ve engellemelere rağmen akın etmeye başladılar.
Çünkü tek bir hedef
vardı: KURTULUŞ ve CUMHURİYET…
35LİK Arşivi...
 |
Paylaşımı nedeniyle Edirne'den Şevket Aslan'a teşekkürler... |
Gezi…
Taksim,
Kızılay,
Gündoğdu,
Eskişehir,
Hatay, Edirne, Hacı Bektaş
Omuz omuza fidanlar
Haykırsın milyonlar
Kardeş kardeşi vurur mu?
Ey kalleş Emperyalizm
Bu yurt sana dar olsun
Halk bir olsun
Vatan kurtulsun
Bayrak dalgalansın
Mustafa Kemal’in Askerleriyiz!
Elhamdülillah!..
Katkılarından dolayı Yaşar Aksoy'a teşekkürler...
 |
Paylaşımı nedeniyle Çanakkale'den
Aysu Topel'e teşekkürler... |
Var mı, Yok mu?
TUNUS ve Mısır’daki “halk
ayaklanmalarından” sonra Türkiye’de bazı siyasetçiler, bu ayaklanmaları “devrimci
kalkışmalar” zannetmiş olacaklar ki, Atatürk’ün “Bursa Nutku”ndan söz etmeye
başladılar. Tabi birileri, Bursa Nutku’na gönderme yaparak “halk hareketinden”
söz edince, başka birileri de “Bursa Nutku yoktur!” diyerek bağırıp çağırmaya
başladı. Hatta kendine “tarihçi” sıfatını yakıştıran kimi yeni etme “karşı
devrimciler”, akıl yürütmelerle ve saat hesaplamalarıyla Atatürk’ün Bursa’da
böyle bir nutuk vermiş olmasının “imkansız!” olduğunu iddia ettiler.
Şubat 1933’te Bursa’da Türkçe
ezana tepki gösteren bir grup, ezanın yeniden Arapça okunması için valiliğe
yürümüş, ancak olaylar büyümeden bastırılmıştır. Bir yurt gezi sırasında bu
olayı haber alan
Atatürk, 5 Şubat 1933’te Bursa’ya gelerek olaylar hakkında bilgi almış ve akşam
Çekirge yolundaki bir köşkte “Bursa Nutku” diye bilinen konuşmasını yapmıştır.
“Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve
bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim
biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da
en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır,
jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir.
Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu
yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye
düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır.
Yine düşünecek, “demek adalet
örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek”. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda
bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve
suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek.
Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve
eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya
koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.”
İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!”
Ben, “Bursa Nutku var mıdır yok
mudur?” tartışmalarına girmeden, Atatürk’ün 1923 yılındaki başka bir nutkundan
söz edeceğim.
Bursa Nutku’nu reddedenler,
bakalım “bütün resmi kayıtlarda yer alan”, “belgeli” bu nutka ne diyecekler?
Bakalım bunu da reddedebilecekler mi?
İşte Atatürk’ün 1923’teki o
nutku:
“Sayın gençler, hayat mücadeleden ibarettir. Bundan dolayı
hayatta yalnız iki şey vardır: Galip olmak, mağlup olmak. Size, Türk gençliğine
bırakacağımız vicdani emanet, yalnız ve daima galip olmaktır ve eminim daima
galip olacaksınız. Milletin yükselme gerek ve şartları için yapılacak
şeylerde, atılacak adımlarda kesinlikle tereddüt etmeyin. Milleti o yükselme
merhalesine götürmek için dikilecek engellere hep birlikte mani olacağız.
Bunun için dimağlarımıza, irfanlarımıza, bilgimize, icap
ederse bileklerimize, pazılarımıza, bacaklarımıza müracaat edecek, fakat neticede
mutlaka ve mutlaka o gayeye varacağız. Bu millet, sizin gibi evlatlarıyla layık
olduğu olgunluk derecesini bulacaktır.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.II,
s.133).
 |
Sinan Meydan |
1933 Bursa Nutku’ndaki; “Türk
genci!... Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet
örgütü vardır’ demeyecektir. Elle,
taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır…”
cümlesiyle; 1923 Nutku’ndaki: “Sayın gençler!... Milleti o yükselme merhalesine
götürmek için dikilecek engellere hep birlikte mani olacağız. icap ederse
bileklerimize, pazılarımıza, bacaklarımıza müracaat edecek, fakat neticede
mutlaka ve mutlaka o gayeye varacağız…” cümleleri “anlamca” neredeyse aynıdır.
1933 Bursa Nutku’ndaki: “…Polis
gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis
henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiç bir zaman
yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine
göre düzenlemek gerek” cümleleriyle, 1927 Hitabesi’ndeki, “… memleketin
dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde
bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin
siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakrü zaruret içinde harap ve
bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit
içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç
olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” cümleleri “anlamca”
neredeyse aynıdır.
Özetle: 1933 Bursa Nutku’nun
“içerik” ve “üslubu”yla Atatürk’ün 1923 Nutku’nun ve 1927 Gençliğe Hitabesi’nin
“içerik” ve “üslubu” birebir örtüşmektedir. Her üç nutukta da gençlere
seslenilmekte, her üç nutukta da Cumhuriyetin, devrimlerin korunmasının altı
çizilmekte ve her üç nutukta da gençlerin direnişinden söz edilmektedir.
23 Nutku ve 27 Hitabesi, 33
Bursa Nutku’nun Atatürk’e ait olduğunun en güçlü kanıtlarıdır.
Katkılarından dolayı Sinan Meydan’a teşekkürler…
 |
Paylaşımı nedeniyle Balıkesir'den Özgün Çelik'e teşekkürler... |
İsmet Paşa’nın kurtarılışı…
İNÖNÜ, Rusya
seyahati dönüşü, Bulgaristan elçiliğimizde mahsur kaldı. Bulgar çeteciler İnönü'yü öldürmek için elçiliğimizi
kuşatmışlardı. Bulgaristan'a ihtar
verildi ama, hükümeti umursamadı.
Ankara'daki bazı kafalar çareler
düşündüler. İşin içinden çıkamadılar. Atatürk'e
sordular. O, "sizler ne düşünüyorsunuz"? diye sordu.
"Bulgaristan'a ekonomik baskı uygulayalım
...", dediler. Atatürk, güldü:
"Telefonu verin bana", dedi. Donanmaya
emir verdi. Ertesi sabah, Yavuz zırhlısı
İzmit'ten Varna'ya gitti. Limanda havaya yüz
bir pare top atışı yaptı. Topların gürültüsünden evlerin camları kırıldı.
Gemi amirali Bulgar yetkililere, "İsmet
Paşa'yı almaya geldim" dedi.
Bulgar hükümeti, İsmet Paşa'yı Sofya'dan Varna'ya
zırhlı bir trenle derhal getirdi.
Oradan da bando ve merasimle Yavuz'a uğurladı. Amiralimiz, kırılan camların parasını ödedi. İsmet Paşa'yı yurda getirdi.
Kaynak: Avni
Altıner, "Her Yönüyle Atatürk" Osman Oy, "Yorumsuz", Oda
Yayınları., 1. baskı, Haziran 2007, İstanbul, s.387-388.
İşte Güçlü Ordu, Güçlü Devlet, Gerçek Lider bu demek... "One
minute" demekle olunmuyor…
Paylaşımı nedeniyle İzmir'den Hüsnü Yardımcı’ya teşekkürler…
 |
Paylaşımı nedeniyle Gaziantep'ten Nurgül Yıldırım'a teşekkürler... |
Satış Devam Ediyor Ankara’da…
KOROBAŞI 1
Ankara şehrinde Pazar kuruldu Ankara
şehrinde sattılar bizi
HALK KOROSU Kolumuzu sattılar gözümüzü
sattılar kanımızı sattılar.
Memleket bizim kolumuz, bizim gözümüz, bizim
kanımızdır; sattılar memleketi.
KOROBAŞI 2
İsimleri isimlerimize benzer, dilleri
dillerimize.
KOROBAŞI 1
Fakat mantarın ağaçla atsineğinin atla
ilgisi neyse onlarda o kadar bizden bu memlekettendir.
HALK KOROSU
Onlar kasabın bıçağı, biz dananın boğazı,
onlar yangın biz yanan ev, onlar çekirge, biz ekin.
KOROBAŞI 2
Sattılar bizi…
KOROBAŞI 1
Hayınlık onların tiyniyetindedir.
HALK KOROSU
Cesette kalbin atmayışı, çürüyen etteki
kurt, akrepteki zehir gibi.
KOROBAŞI 1
Ve sattılar bizi bizden korktukları için.
HALK KOROSU
Kuruyan ayrıkotunun, sona eren gecenin, aç
bırakanın aç kalandan korkusu. KOROBAŞI 1
Ankara şehrinde kuruldu pazar Ankara
şehrinde sattılar bizi.
KOROBAŞI 2
Ve satış devam ediyor.
KOROBAŞI 1
Ve üç denizle çevrili koskocaman bir
memleket ve namuslu, çalışkan, fakir insanları onun ve son pırıltıları
hürriyetinin ve bağımsızlığının son santimetreleri ve haysiyetinden kalan son
kırıntılar satılıyor haraç mezat.
HALK KOROSU
Satılıyor ipek halılar üzerinde,
Satılıyor altında billur avizelerin.
Satılıyor içkiler içilerek,
Satılıyor muzıkalar çalınarak,
Satış devam ediyor Ankara’da…
NAZIM HİKMET RAN - Kore
Savaşı‘na Türkiye’nin asker gönderme kararı üzerine yazılmış oyun.
Paylaşımı nedeniyle Ankara'dan Aynur Bal’a teşekkürler…
 |
Paylaşımı nedeniyle Kastamonu'dan Meltem Akman'a teşekkürler.. |
 |
Paylaşımı nedeniyle İzmir'den Engin Yavuz'a teşekkürler... |
 |
Paylaşımı nedeniyle Artvin'den Gaye Dirik'e teşekkürler... |
 |
Venezuella'nın başkenti Karakas'ta,
1998 yılında açılan Atatürk Heykeli.
Paylaşımı nedeniyle Trabzon'dan Taştan Yıldırım'a teşekkürler... |
 |
Paylaşımı nedeniyle Şavşat'tan Aylin Köroğlu'na teşekkürler... |
 |
Paylaşımı nedeniyle Sinop'tan Nevin Çetin'e teşekkürler... |
 |
Paylaşımı nedeniyle Denizli'den Cüneyt Zeytinci'ye teşekkürler... |
 |
Paylaşımı nedeniyle İzmir'den Murat Kıvılcım'a teşekkürler... |
 |
Paylaşımı nedeniyle Almanya'dan Aygun Sabah'a teşekkürler.. |
 |
Paylaşımı nedeniyle Mersin'den
Aynur Burak'a teşekkürler... |
… Ve Son Söz:
* "SEHVEN" AK-CHP'li olunur ana,
Atatürkçü olunmaz…
Paylaşımı nedeniyle İstanbul'dan Rana Pamir’e
teşekkürler...
CUMHURİYET'İN 90. YILI NEDENİYLE HAZIRLANAN
"35LİK CUMHURİYET ÖZEL" SAYISI,
TAMAMEN OKURLARIMIZIN DESTEĞİ VE PAYLAŞIMI
İLE HAZIRLANMIŞTIR...
DUYURUMUZ ÜZERİNE GELEN YÜZLERCE BİLGİ VE BELGE
ARASINDAN SEÇMELER YAPILMIŞ VE İÇLERİNDEN
DAHA AZ BİLİNENLER SAYFAYA KONULMUŞTUR.
İLGİNİZE VE DESTEĞİNİZE
ÇOK TEŞEKKÜR EDERİZ...
35'LİĞİ takip eden, başta Türkiye olmak üzere; ABD, İngiltere, Rusya, Almanya, Belarus, Ukrayna, Avusturya, Avustralya, Bosna Hersek, Yunanistan, Belçika, Sırbistan, Fransa, Makedonya, Kanada, Hollanda, Güney Kore, Japonya, Irak, İspanya, Portekiz, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Azerbaycan, Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir ve İsviçre'de yaşayan ve de yazılarıyla katkı koyan, önerilerini paylaşan tüm dostlarımıza teşekkür ederiz...
Yorum, istek ve önerilerinizi
yazabilir, paylaşabilirsiniz...
altay@vecdialtay.net
BU SİTE, BASIN ETİK YASASINA, ÇOCUK, KADIN, İNSAN VE
HAYVAN HAKLARINA UYMAYI TAAHHÜT EDER...
BU SİTEDE YAYINLANAN YAZILARI PAYLAŞABİLİR,
ALINTI YAPABİLİR VE KULLANABİLİRSİNİZ...