

BİZİ yok edecekler şunlardır: İlkesiz siyaset, vicdanı
sollayan eğlence, çalışmadan zenginlik, bilgili ama karaktersiz
"İnsan" insanlar, ahlâktan yoksun bir iş
dünyası, insan sevgisini alt plana itmiş bilim, özveriden yoksun bir din
anlayışı...
Mahatma Gandhi
Mahatma Gandhi
Düşünceye sansür…
SANSÜR, bilindiğiniz gibi "Censure"
yabancı kökenli
bir sözcük olarak; denetleme, kontrol
etme anlamıyla günlük yaşamımızda önemli bir yer edinmiştir.
Kimi, kime karşı... Kim niçin denetleniyor?
Kitaplar,
filmler, kartpostallar, dergiler, bildiriler, kasetler, afişler, mektuplar
toplatılıyor, yasaklanıyor veya yakılıyor.
Özellikle
olağanüstü hallerde, bütün hak ve özgürlüklerin askıya alındığı dönemlerde ve
ne yazık ki günümüzde de, sansürün baskıya dönüştüğü yasaklanan nesneyi kullanan, yayan ve kısacası alıp satan herkesin cezalandırıldığı ve özellikle yaratıcı,
özgürlükçü düşüncenin hedef alındığı görülmektedir.
Çağdaşlaşmanın en belirgin özelliği olan iletişim araçlarının, denetim altında
tutulması baskı rejimlerinin en
belirgin özelliğidir. İnsan haklarının çiğnenmesi, sömürünün, işkencenin
ve baskının çoğalması bir oranda (psikolojik fenomen olarak) buyurucu yetkinin korkaklığını da yansıtmaktadır.
Tarihsel
akış içinde insanın gelişimine karşı çıkan hakim
sınıflar; direkt veya dolaylı olarak ezilen kitlenin aydınlanmasını,
bilinçlenip hesap sormasını yasalarla "Sansür"ün dozajını ayarlayarak
geciktirmeyi başarsalar bile, çöküntülerini
önleyememişlerdir. Tarih bu tür örneklerle doludur.
Bütün
bu çağdışı uygulamalarda aydın, sanatçı
ve ilerici düşünceyi savunanların hedef alınmaları; izlenip
tutuklattırılmaları sürgüne gönderilmeleri ve gözetim altında bulundurulmaları sansür'ün en somut şekliyle
Basın-Yayın ve üreticilerine yönelik olduğunu göstermektedir.
Bilindiği
gibi "resmi
Sansür"ün
dışında, "geleneksel Sansür" de özellikle bizim gibi az gelişmiş olan ülkelerde
bütün netliğiyle devam etmektedir.
Etkin düşünce kendi yoz yapılanması dışında politik çıkarları için özellikle din, ahlak, gelenek-görenek ve töreler gibi tarihsel koşullandırmalar;
her zaman ayakta tutmaya çalışmaktadır. Böylece insanın özgür davranışları kısıtlanmakta, kitlelerin denetim ve
yönlendirilmesi miras sansürle
sağlanmış olmaktadır.
"İç Sansür" dediğimiz, bireyin kendi kendine uyguladığı sansür
ise, yaşanan koşullara ve ülkelere göre değişkenlik göstermektedir. Söz konusu kendi ülkemiz olduğuna göre
yaşadıklarımızdan yola çıkarak bazı saptamalar yapabiliriz.
Günümüzde "psikolojik savaş"; bireyden
bireye, ülkeden ülkeye yönetimlerden bireylere şeklinde sürmektedir.
Daha 12 Eylül’ün psikolojik
yılgınlığını, karamsarlığını
atamayan; yakılan kitapların küllerini gözlerinde
taşıyan, işkence gören, ezilen
ve horlanan bir kuşağın bireylerinde,
genellikle hukuksal açıdan savunma mekanizması rayına oturtulmadığı için, yaşanan ve duyusal algılanımlardan ötürü benlikte savunma veya korunma özelliği ön
plana çıkar. Yani, toplum adına mücadele
eden ve toplum tarafından sahiplenilmeyen benliklerin içgüdüsel olarak kendini
koruması gelişme gösterir.
Gerekçesiz
olarak evlerinden götürülen, işkence gören, hakkını savunamayan ve
savunulmasına izin verilmeyen bireylerin, psikolojik olarak öz savunmaları suçlandıkları şeylerden kaçarak gelişir.
Günümüzde bile hala, İmza
günlerine, söyleşi, panel
ve konserlere video kamerasıyla gelen polis veya çevrede dolaşan
yetkililer, bilinçli
kitleye karşı "psikolojik saldırı"dan başka birşey değildirler.
Gizilce de olsa
oradaki kitleye
gözdağı vermek ve psikolojik
sansürün bireyde eyleme geçmesini sağlamak için hazırlanmış oyunlardan
biridir.
Bir başka
sansür de; değişik kılıklar altında sürdürülür. Örneğin basın-yayın ve birçok iletişim araçlarına sansür
dedikleri çağdışı denetimler sürdüğü halde, kapanan bir dergi yerine iki dergi,
toplatılan iki kitap yerine üç kitap vs. yayımlanmaktadır. Etkin düşünce bu
kez sansürü daha değişik kılıflarla hem de sezinletmeden uygular. Kağıda
zam yaparak; hem yayınların
azaltılması, hem de okuyucunun alım gücünü aşan bir ederle satılmasını sağlamış
olur. Böylece paylaşım sınırlaması
getirilerek farklı boyutlarda, yani var olan sansürlere bir ek
getirmektedir.
Dağıtımın
tekelleşmiş olmasını da,
bundan farklı düşünemeyiz…
Biz, insanın özgürce düşünmesi ve düşündüğünü hiçbir baskıya maruz kalmadan
dile getirmesi, baskı ve şiddet kullanmadan
yaygınlaştırp
tartışabilmesinden yanayız.
Çağdaş
gelişmenin ve demokratikleşmenin ilk koşulu da budur.
Yani,
sınırı insan kendisi belirler, katı bir sansür değil.
Konuşan,
düşünen, düşündüğünü dürüstçe paylaşabilen güzel insanlar...
Neden
olmasın ülkemizde...
Ama, bu iktidarla bunun olmayacağı, olamayacağı ne
yazık ki tüm çıplaklığı ile karşımızda durmaktadır…
Demek ki, durmak yok, yazmaya ve mücadeleye devam…
![]() |
Değerli dostum Necati Abacı'yı, saygıyla anıyorum... |
Yürekli
insanlar korkmaz ve korkutmaz…
TBMM’de kabul edilen ve
halen Cumhurbaşkanı onayında bulunan yasanın, kişilerin özel hayatına ve cumhuriyetle
kazanılmış olan ve de bugüne kadar anayasa güvencesi altında bulunan haberleşme
ile özgürlükleri engelleme konusunda iktidar, önemli adımlar atmaktadır.
Ülkemizde, ileri
demokrasinin ve özgürlüklerin varlığından bahsedenlere, ne yazık ki güven
kalmamıştır. İktidar ve üyeleri, devletin tüm olanaklarını kullanarak, halka
adeta zulmetmektedir. Yasanın onaylanması demek, bedeller ödenerek kazanılan
özgürlüklerin ve özel hayatın kontrol altına alınması demektir. Yani iktidar,
“benim verdiğim özgürlük kadar yaşa” demektedir… İktidarın bunlarla uğraşması
yerine, ülkenin refahını ve özgürlükleri geliştirecek çalışmalar yapmasını arzu
ederdik.
Öte yandan, yazdığı muhalif
yazılar nedeniyle, bir gazetecinin yurtdışına zorla çıkartılması asla kabul
edilemez. Bu, iktidarın gazetecilere nasıl baktığının somut kanıtıdır. Gazeteci
gördüğünü, yaşadığını ve gerçekleri yazar.

Unutulmamalıdır ki,
gazetecilerin ve vatandaşların bu kadar baskı altına alınmasının ve
korkutulmasının bedeli ağır olacaktır. Yapılanlar ve uygulamalar diktatörleri
bile kıskandıracak yöntemlerdir ve faşizmin ta kendisidir. Kısacası, faşizm
yolda değil, geldi bile…
Sanılmasın ki bu halk ve
gazeteciler korkuyor.
Bilinmelidir ki, gerçekten yürekli olanlar, ne
başkalarını korkutmaya çalışır, ne de kendileri korkarlar…
Cici
çocuklar olalım diye sansür uyguluyorlar…
HALEN, Sözcü Gazetesi
yazarı olan Emin Çölaşan ile, 27 yıl önce gerçekleştirdiğim ve
mesleki etik gereği, dün kendisinden bir kez daha sözlü izin alarak 35LİK’te
kullandığım bu söyleşiyi okuduğunuzda, ülkemizde sansür konusunda bir çok
şeyin değişmediğine şahit olacaksınız. 27 yıl önce de sansür vardı, bugün de var. Ama
bugünkü sansür, çok daha ağır…
-Size
sansür nedir, Ne değildir?
-Sansürün
ne olmadığını bilmiyorum ama, ne olduğunu biliyorum. En basit tanımıyla "Birilerinin istemediği şeylerin açıklanmaması" olarak tanımlıyorum.
Güç, kuvvet ve yetki kimdeyse, onun istemediği şey yazılmaz, çizilmez,
kamuoyuna duyurulmaz. Güçlüler sansür eder, güçsüzler boyun eğer. Yetkililer
sansür eder, yetkisizler kabul eder... Bu süreç içerisinde elbette ki kavga
verilir, mücadele edilir. Ama yine de, sansürcüyle baş etmek çok zordur.
-Ülkemizde
yasal sansür var mıdır? Boyutları nedir?
- Yasal
sansür vardır ve boyutları geniştir. Örneğin şu anda yayınlanan bazı dergiler,
naylon poşet içerisinde satılmaktadır. Aslında çıplak kadın resmi serbesttir.
Ama kadının göğüs uçlarına bant çekmemiz koşuluyla... Çıplak kadın resmi basmak
yasak olsa, bu kadar gam yemeyeceğim. Ama o göğüs uçlarında ne varsa, onu bir
türlü anlayamıyorum. Göğüs ucu basmak yasaktır, ırzına geçilen genç kızın
resimlerini yayınlamak serbesttir. O konuda sansür yoktur. İnsanların şerefi ve
haysiyeti, sansürün kapsamı dışımda bırakılmıştır. İnsanların hırsızlık,
yolsuzluk yapması serbesttir. Bunları yazmak bir anlamda sansüre tabidir.
Ülkemizde sansürün her türlüsü vardır.
- Her yıl basın dünyası içinde sansürün kaldırılışını kutluyoruz.
Gerçekten de kalkmış mıdır?
- Bu
sorunun cevabını yukarıda verdim. Kalkmamıştır.
- İnsanların kendi kendilerine (töreler, adetler,
inançlar nedeniyle) uyguladıkları sansür konusunda ne diyorsunuz?
-Teorik
olarak her insan kendinden sorumludur, insanın kendi kendine uyguladığı sansür,
büyük ölçüde onun kişisel sorunudur.
- Özellikle sinemada uygulanan yasal sansür için ne
düşünüyorsunuz?
-Çok
komik ve aşağılayıcı buluyorum. Bir Türk vatandaşı olarak, sansürün her
çeşidine karşıyım .
- İktidarların sansürü gündemde tutmalarının amacı
nedir?
- Hepimizin
terbiyeli çocuklar olmasını sağlamaktır. Sol görüşleri, çıplaklığı benimsemeyelim,
cici çocuklar olarak yetişelim diye sansür uyguluyorlar. Eğer çocuk ana babasının emri dışında bir
şeyler keşfederse gözü açılır diye korkuyorlar. Çocukların gözü açılırsa da,
iktidar olmak biraz zorlaşır gibime geliyor.
- Bu konuda sanatçı ve aydınlarımıza ne gibi görevler
düşüyor?
- Temel
görev, sansüre hep birlikte karşı çıkmaktadır. Ama bunu yapabilmek için de,
örgütlü olmak gerekir.Böyle bir örgütlenme bugün Türk toplumunda ne yazık ki
yoktur. En basitinden, bugün en büyük sansürcüler, hatta sansürcübaşılar
TRT'dedir. bu mekanizma ile mücadele etmek gerçekten zordur, bireysel çabalara
TRT sansürü kalmaz. Bırakın kalkmasını, hafiflemez bile... Bu amaca ulaşmak
için gerçek demokratik iktidarlara ve örgütlü bir mücadeleye gerek vardır.
- Sansürün olmadığı bir ülke durumuna gelebilir miyiz?
- Hiç
sanmıyorum.
- İktidarın demokratik bir ülke olduğumuz yönündeki
iddialarına karşın, sansürü yine de gündemde tutmasını nasıl yorumluyorsunuz?
- İktidarın
o gibi iddialarını ben hiç ciddiye almıyorum. Sizin de almanızı tavsiye etmem.
ANAP iktidarı, 12 Eylül'ün birinci
sıradaki uzantısıdır. Böyle bir iktidar teorik olarak zaten demokrat olamaz.
Nitekim uygulamada da demokrat değildir. Bu nedenle, sansüre bel bağlamasını
son derece doğal karşılıyorum.
- Sansür olayı ile ilgili olarak başınızdan geçen bir
olay var mı?
- Böyle
somut bir olayı şu anda hatırlamıyorum. Ancak sansür fikri kafamıza öylesine
yerleşmiş ki, bir şey yapacağımız kendi kendimizi zaten sansür ediyoruz ve
yapacağımızı ondan sonra yapıyoruz. Ben şahsen "Kendi sansürünü kendin yap" ilkesiyle çalışıyorum.
![]() |
Mehmet Tevlim'e teşekkürler... |
Sansür, sermaye sınıfının korunmasından
başka
bir şey değildir…
1995
yılında Çeşme’de hayatını kaybeden Aziz Nesin ile, ölümünden 8 yıl günümüzden
27 yıl önce, değerli dostum, şair Ümit Yaşar Işıkhan tarafından yayınlanan Temmuz Dergisi adına gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi sunuyoruz.
- Sayın Aziz
Nesin, sizce sansür nedir, ne değildir. Biraz açıklık getirir misiniz?
- Benim
anladığım sansür, herhangi bilim, düşün, sanat yapıtının, yayınlanmadan önce
devlet otoriteleri tarafından denetlenmesidir. Ama bu sansür genişleyerek
çapını değiştiriyor. Yani özdenetime geçiyor. Öyle bir özdenetim var ki Türkiye'de…
Aslına
bakarsanız, Türkiye'de sansür yok. Daha doğrusu şöyle söyleyelim: Olağanüstü
haller ve sıkıyönetim dışında (sinemadan başka) sansür yok deniliyorsa da,
sansür her yerde var. Örneğin basında sansür, yıllardır var. Büyük reklamlar veren
holdinglerin, işyerlerinin.sansürde etkisi vardır. Holdinglerin verdikleri
ilanlarla geçiniyor gazeteler. Gazete, satışı ile kazanmıyor. Bütün gazeteler
böyle, demek ki gazeteler ucuz. Her gazetenin kazancı ancak ilanlarla oluyor.
Bu ilanlar küçük ilanlar değil, büyük firmaların milyarlık ilanları. Şimdi,
onların çıkarlarına aykırı bir olayı bir haberi gazeteye koyamazsınız. Muhabir
verse bile. müdürü kullanamaz. Çünkü o firma bir daha ilan vermez. Yanı geçim
kaynağı sınırlıdır. Böyle bir denetim var. Bu özdenetimdir, yukarıdan kimse
size sansür koymaz. Kaldı ki Türkiye'de sansür olmadığı dönemler o kadar azdır
ki... Çünkü biz cumhuriyetten bu yana tarihimizin yarısından çoğunu
sıkıyönetim veya olağanüstü dönemlerle geçirdik. Gerek olağanüstü ve gerekse
sıkıyönetim zamanlarında sansür vardır, geçerlidir. Bu nedenle sansür vardır.
Bunun dışında
da sansür var. Büyük sermaye sahiplerini, holdinglerin denetimi de vardır. Bu
dolaylıdır ama. İlanını kesmekle denetime almış olur Bir de kendi kendimize
koyduğumuz sansür vardır. Türkiye'de tabular vardır, o tabular yıkılmadıkça, sansür yürürlüktedir.
Nedir o tabular? Bir tanesi ve en yaygın olanı dinsel tabudur. Ondan sonra
cinsel tabu gelir. Ondan sonra da hepsinden güçlüsü, ama az konuşulanı olan
askersel tabu... Bunlar oldukça Türkiye'de, (her ne kadar yasal olarak yoksa da
sinema dışında) gerçekte fiilen, kurgusal olarak sansür vardır.
- Sansürün
içimizde olduğunu söyleyebilir miyiz?
- Elbette,
içimize sokmuşlar bizim. Bizler öyle sansür içindeyiz ki, en özgür olanımız
bile. eğer babası son derecede dindar ise, dinsel konularda eleştiri yapamıyor
babasını kıracağı, üzeceği için. Bunun yanında toplumda baskı vardır. Bu toplum
baskısı altında insanlar düşüncelerini özgürce söyleyemiyor. Bazı insanlar
söylediği zaman tepkiler yağıyor.
- Örnek
verebilir miyiz?
- Emin Çölaşan,
benimle yaptığı bir söyleşide ben, "dinsiz
ve allahsızım..." dedim. Bu o kadar tepki gördü ki. Bunun yanında da
bir çok mektuplar aldım. Hepside, "bizim söyleyemediklerimizi siz
söylediniz, sağolun.." diye yazmışlar. Allahsız olanlar, mesela bunu
açıkça söyleyemiyor. Demek ki düşündüklerini açık sözlülükle söyleyemeyen
insanlar, iki yüzlü yaşıyorlar. Bu az çok tepki görse de söylenebilecek bir
düşünce. Bir de söy-lenemeyenler var… Askersel konularda olduğu gibi... Hiç
bir şey söylenemiyor. Çünkü orada her yönden tabu varolduğundan, dokunulmaz
olduğundan, hiç bir şeye değinemiyorsun.
- Şöyle
diyebilir miyiz acaba, yasal sansür dışında, toplumsal adet ve törelerden
duyulan sansür daha az?...
Hayır hayır, şöyle bir şey bakın. Geleneksel sansür başka,
geleneksel baskılı sansür başka. O bireysel aile sansürü başka, tabu sansürü başka. Onun
dışında ticari egemen sınıfların sansürü başka. Bir de yasayla, sansür olmadan
yapılan baskılar var. Örneğin 141 ve 1 42. maddeler, adı sansür olmayan
sansürdür. Türkiye, baştan aşağı sansürdür, sansürler içindedir. Ama, sinema
dışında resmen sansür yok.
- Neden
sinema dışında acaba?
- Çok
ilginçtir bu zaten. Bir kitabın masrafı 1 ile 3 milyon arasındadır. Bir tiyatro
eseri de
1 -3 milyona çıkabilir. Yani hangi sanat dalına bakarsanız bakın
masrafı 3-5 milyon arasındadır. Ama sinemada ise bu rakam, bugünkü ölçülerde
en az 200 milyondur. Şimdi sinemaya sansür koymazsa, yani baştan denetim yapmazsa,
200 milyon lira güme gidecek. İşte o para güme gitmesin diye sansürü koymuşlar.
Böylelikle de sermayeyi korumuş oluyorlar. Niye tiyatroya, kitaba koymuyor, sonradan
savcılık el atıyor? Sermaye sınıfının sansürle korunmasından başka bir şey
değildir. Çünkü birinde 200 milyon, diğerinde 3 milyon güme gidecektir. Sadece
sinemada olmasının başka nedenleri de var tabii. Sinema, diğer sanat
dallarından daha fazla halka ulaşır. Halkı daha çok etkileyen bir daldır. Ama
bence sinemadaki sansür, sermaye sınıfını korumaktır...
- Sonuçta
sermaye sınıfı korunuyor. Peki sayın Nesin, özellikle iktidarların sansür konusunu
gündemde tutmalarının nedeni ne olabilir?
- Onlar
gündemde tutmuyorlar ki. Konuşurlarken "yok" diyorlar. Aslında
sahtekârlık nereden geliyor? Bir kere sansür yok. Bugünkü hükümete, devlet
başkanına gitseniz, sansürden şikayet etseniz, "nerede sansür, hani sansür yasası?." derler. Yok...
Olmayan bir şey var Türkiye'de. Resmen, hukuki bir sansür yok. Ama hayatımızın
her aşamasında var sansür. Tabular yoluyla, gelenekler yoluyla, egemen
Sınıfların reklam yoluyla... Yani dolaylı sansür var. Aslında yasal sansür olsa
daha kolay. Mücadele edersiniz.
- Yani
soyut bir kavram.
- Elbette.
Her yerde, her zaman olduğu için, resmen mücadele edemiyorsun.
- Soyut
kavramda desek, sansüre uğruyoruz çoğu zaman değil mi?
- Elbette.
- Peki
böyle durumda sanatçılarımıza, aydınlarımıza, yazarlarımıza ne gibi görevler
düşüyor acaba?
- Yasal
yolların tümü zorlanmalı, çürütülmeli. Tabulara karşı güçlü bir dayanışma ile
bunların dokunulmazlığını kaldırmak. Geleneksel tabulara karşı diğerlerine
içini boşaltarak geçersizliğini anlatmak. Bir de egemen sınıfa karşı yapılacak
mücadele var ama o bizi aşar. Bugün sizin başınızda da aynı şey yok mu? Bir
kaç tane sağcı-solcu derginin, pekala dağıtımını yaptırmıyorlar, sattırmamaya
çalışıyorlar. Bu demokrasiye de, insan haklarına da, insanlığa da, özgürlüğe
de. aykırı ama, sansür işte...
- Sansürün
olmadığı bir düzeye gelmek çok mu uzak acaba?
- Ben,
hiç sansür olmayan bir ülke olacağını sanmıyorum. Yalnız yasal sansürü ele
alacaksınız.
- Ben
insan sansürünü diyorum.
- Evet
o zaman olabilir. Ben, yasal sansürden çok, yasal olmayan sansürden korkarım.
Çünkü yasal sansürle savaşırsınız. Bunun anti-demokratik olduğunu söylersiniz.
Bunları aşamıyorsunuz. Bir gazete bir haberi ya vermiyor, ya da çarpıtarak
veriyor. Neden? Çünkü bu haberi yayınlarsa, kendisini reklamla besleyen
sermaye sınıfı zarar eder de ondan. Bunu önleyemiyorsunuz. Yasal değil bu
sansür, işte asıl zor olan bu. Ne yaparsanız yapın Türkiye'de her zaman sansür
vardır.
- Sansürsüz
bir ortak olmayacak mı?
- Olacak
tabii. Ama mücadele gerek. Yazılarımızla, anlattıklarımızla, çizdiklerimizle
bunu yapmamız gerek.
- Sayın
Nesin, sansür ile ilgili yaşadığınız bir anınız var mı?...
- Akşam
gazetesinde...
- Yıl
kaç acaba?
- 1958
olacak. Başbakan Menderes. Çok önemli bir firma sahiplerinin birinin arabasında
polisler keyif verici madde yakaladı. Bu haber gazeteye geldi. Hiç bir gazete
yayınlamadı. Haber yayınlanmadığı için ben fıkra yazdım. Fıkramı yayınlamamazlık
edemediler, çünkü gücüm onları aşıyordu. Ya gazeteyi bırakacaktım, ya da
çıkacaktı. Bunun gibi daha çok sansür yaşadım tabi ki...
- Şu
andaki iktidar döneminde yaşadınız mı?.
- Ben
şimdi gazeteci değilim. Değilim ama şöyle yaşıyorum:
Örneğin
askerler bana pasaport vermek istemiyorlar. Resmen vermemezlik de edemiyorlar.
Bir gerekçe gerekiyor. O gerekçe de, arıyorlar arıyorlar, işte bir akılsız, 23
yıl önce ÖNCÜ gazetesinde yazdığım bir yazı (bu yazı kitabımla birlikte tam
beş kez basıldı...) nedeni ile beni mahkemeye veriyor. Mahkemeye verdikleri
için otomatikman ben yurtdışına çıkamıyorum. Amaçları beni çıkartmamak.
Kitaplarımı
topluyorlar. Başımız halâ belada biliyorsunuz. Tabii ben beraat ediyorum ama
iş işten geçmiş oluyor. Kitaplarımı geriye aldım ama bildiğim kadarıyla
örneğin İzmir'de topluyorlar. Akıllarınca yasak koyuyorlar işte. Yasağa karşı
aklanma kararını gösteriyorum, yine anlamıyorlar. Aklanma Kararı İstanbul'da
geçerli de başka yerlerde geçerli değil mi? Bir tek kitabım bile Kalsa, geri
alacağım..
![]() |
Rifat Mutlu'ya teşekkürler... |
Haberleşme özgülüğü ve AKP diktidarı...
Dursun ATILGAN
Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri Federasyonu
Genel Başkanı
Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri Federasyonu
Genel Başkanı
TÜRKİYE İstatistik Kurumu'nun verilerine göre, ülkemizde internete ulaşım %50 civarında gerçekleşiyor.
Yani milyonlarca insanımız, anayasanın kendilerine
verdiği özgürce haberleşme haklarından, internet üzerinden yararlanabiliyordu.
Ancak, eleştiriye tamamen kapalı olan, ama diktatörlük rejimine koşar adımlarla yürüyen AKP iktidarı, bildiğiniz gibi, medya kuruluşlarını ya baskı ve tehdit altında tutuyor; ya kredi musluklarını önce keserek bitiriyor, sonra da devlet kredisi vererek kendi iktidarının yandaşı olduğu bilinen bir patrona yamıyor;
ya da TMSF adlı kurum vasıtasıyla hedefine aldığı medyayı bitirerek, AKP'ye yakın isimlere büyük devlet kredileriyle verdirtiyor; ayrıca da kendi iktidarına karşı biraz ağzını açan, kalemini oynatan köşe yazarlarının işlerine son verdirterek, istediği her şeyi, dikensiz bir bahçede, yapma planını uyguluyor.
Ancak, eleştiriye tamamen kapalı olan, ama diktatörlük rejimine koşar adımlarla yürüyen AKP iktidarı, bildiğiniz gibi, medya kuruluşlarını ya baskı ve tehdit altında tutuyor; ya kredi musluklarını önce keserek bitiriyor, sonra da devlet kredisi vererek kendi iktidarının yandaşı olduğu bilinen bir patrona yamıyor;
ya da TMSF adlı kurum vasıtasıyla hedefine aldığı medyayı bitirerek, AKP'ye yakın isimlere büyük devlet kredileriyle verdirtiyor; ayrıca da kendi iktidarına karşı biraz ağzını açan, kalemini oynatan köşe yazarlarının işlerine son verdirterek, istediği her şeyi, dikensiz bir bahçede, yapma planını uyguluyor.
Sayısı üç-dört olan özgür medyaya ise, RTÜK vasıtasıyla yüklü para
cezaları kestirterek, susturmaya çalışıyor…
TV kanallarındaki alt yazılara bile bizzat müdahale eden bir Başbakan var.
Gazete, dergi ve TV kanallarıyla - büyük ölçüde - başeden AKP iktidarı, sosyal medyayla istediği gibi baş edemediği için, haberleşme özgürlüğüne bir büyük darbe daha vurmak için, Başbakanlığa bağlı Telekomünikasyon İdaresi Başkanlığı'na (TİB), internet kullanılmasını yargı kararı olmaksızın kapatma yetkisi veren bir yasayı, bir gece yarısı çıkardı…
Buraya sadece özet olarak çıkardığımız gerçekleri görüp de, daha hâlâ AKP
diktidarının icraatlarına alkış tutanlar diktatörlüğe çanak tutmaktadırlar.
Dolayısıyla, Türkiye'nin büyük kentlerinde "İNTERNETİME DOKUNMA!" eylemine hazırlanan demokratik kitle örgütlerine destek vermek şarttır.
Biz bu konuyu 9 Mart 2014'te yapacağımız ve Türkiye'nin en yetkili hukukçularının katılacağı büyük bir toplantıda da dile getireceğiz…
TV kanallarındaki alt yazılara bile bizzat müdahale eden bir Başbakan var.
Gazete, dergi ve TV kanallarıyla - büyük ölçüde - başeden AKP iktidarı, sosyal medyayla istediği gibi baş edemediği için, haberleşme özgürlüğüne bir büyük darbe daha vurmak için, Başbakanlığa bağlı Telekomünikasyon İdaresi Başkanlığı'na (TİB), internet kullanılmasını yargı kararı olmaksızın kapatma yetkisi veren bir yasayı, bir gece yarısı çıkardı…
Buraya sadece özet olarak çıkardığımız gerçekleri görüp de, daha hâlâ AKP
diktidarının icraatlarına alkış tutanlar diktatörlüğe çanak tutmaktadırlar.
Dolayısıyla, Türkiye'nin büyük kentlerinde "İNTERNETİME DOKUNMA!" eylemine hazırlanan demokratik kitle örgütlerine destek vermek şarttır.
Biz bu konuyu 9 Mart 2014'te yapacağımız ve Türkiye'nin en yetkili hukukçularının katılacağı büyük bir toplantıda da dile getireceğiz…


* 35'LİĞİ takip eden, başta Türkiye olmak üzere; Amerika, Almanya, Avusturya, Avustralya, Arnavutluk, Azerbaycan, Arjantin, Belçika, Belarus, Birleşik Arap Emirlikleri, Bulgaristan, Bosna Hersek, Cezayir, Çin, Danimarka, Ekvador, Endonezya, Fransa, Finlandiya, Güney Afrika, Güney Kore, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Hollanda, Hırvatistan, Irak, İngiltere, İspanya, İsviçre, İsrail, İsveç, İtalya, Japonya, Kanada, Katar, Kazakistan, Kenya, Kosta Rika, Kuveyt, Makedonya, Malta, Malezya, Libya, Litvanya, Nijerya, Norveç, Özbekistan, Pakistan, Portekiz, Polonya, Rusya, Senegal, Sırbistan, Singapur, Suudi Arabistan, Tayland, Ukrayna, Venezuela, Vietnam ve Yunanistan'da yaşayan ve de yazılarıyla katkı koyan, önerilerini paylaşan tüm dostlarımıza teşekkür ederiz…
Not : Bu veriler, Blogspot'un kontrol panelinden aktarılmıştır...
Not : Bu veriler, Blogspot'un kontrol panelinden aktarılmıştır...
Yorum, istek ve önerilerinizi yazabilir,
paylaşabilirsiniz...
Eğer yorumunuzu yazdığınız halde
gönderemiyorsanız veya teknik arıza çıkıyorsa,
lütfen, altay@vecdialtay.net mail adresine
mail gönderiniz...
altay@vecdialtay.net
BU SİTE, BASIN ETİK YASASINA, ÇOCUK, KADIN, İNSAN VE
HAYVAN HAKLARINA UYMAYI TAAHHÜT EDER...
BU SİTEDE YAYINLANAN YAZILARI PAYLAŞABİLİR,
ALINTI YAPABİLİR VE KULLANABİLİRSİNİZ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder